Artan şiddet olaylarının ardında, yasal düzenlemelerdeki eksiklikler, toplumdaki sorunlar ve rehabilitasyonun yeterince önemsenmemesi gibi ciddi yapısal sorunlar yer alıyor.
İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi ve Hayvan Hakları Merkezi’nden sorumlu Avukat Bahar Ünlüer Öztürk, toplumda cezasızlık algısının güçlendiğine çekerek, “Ülkemizdeki şiddet sarmalının nasıl artarak devam ettiğini görüyoruz. Burada hem cezasızlık, ‘yapsam da bir şey olmaz’ algısı, uzayan yargı süreleri sebebiyle vatandaşlar artık ne yazık ki kendi yargılamalarını kendileri yapıp cezalarını kendileri kesiyorlar. Dolayısıyla şiddetin artmasında hepimizin sorumluluğu var” ifadelerini kullandı.
SUÇLULAR NEDEN DIŞARIDA?
Avukat Bahar Ünlüer Öztürk, şiddet olaylarının önlenmesinde yasal düzenlemelerin eksikliklerine dikkat çekti. Özellikle, yasa koyucuların, uygulayıcıların yani avukatların, hakimlerin, savcıların ve polislerin bu konuda büyük sorumlulukları olduğunu belirten Öztürk, aflar, yoğunluk ve pandemi gibi gerekçelerle cezaevlerindeki kişilerin tahliye edildiğini söyledi.
Uzun süren yargılamalarda kişilere tahliye kararı verildiğinde olayın mağduru tarafından bir “cezasızlık” algısına sebep olunduğunu aktaran Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mağdur tahliye kararıyla ‘ben daha ne yapmalıyım’, ‘şikayetçi de oldum’ diyor ama cezalandırılmayı göremiyor. Ne yazık ki bunun çok üzücü sonuçları olabiliyor.”
“ŞİDDETLE MÜCADELE ETMEK İSTİYORSANIZ İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ÇIKMAZSINIZ”
Şiddetle mücadelenin mümkün olduğunu kaydeden Öztürk, “Şiddetle gerçekten mücadele etmek istiyorsanız İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmazsınız. Biz ne yazık ki şiddetle mücadelede bu yolların çok gerisindeyiz. Ancak şiddetle mücadele etme fikrinde samimiysek uluslararası sözleşmeler de imzalanmalı. Şiddetin önlenmesi için bunun bir devlet politikası olması gerekiyor. Tüm merciler, tüm yetkililer, şiddetle mücadele konusunda ‘ben bunu engelleyeceğim’ iradesine sahip olmalı” dedi.
19 YAŞINDA HAYAL KURMASI GEREKEN GENÇLER CİNAYET İŞLİYOR
Sosyolog Deniz Bağrıaçık ise ailedeki ve okuldaki otorite boşluğunun çocukların suç eğilimini artırdığına değinerek, “Şiddet görünmek istemek demektir, bu da bir dildir ama vahşi bir dildir. İnsanlar fark edilmek istiyor. Bu suçları işleyen kişilerin yaşları maalesef çok genç. 19 yaşındayken sizin konserlere gitmeniz lazım. Dünyayı keşfediyor olmanız lazım. İmkanlar doğrultusunda hayaller kurup onları daha ileriye götürmek istemeniz lazım. Ciddi bir umutsuzluk görüyoruz” ifadelerini kullandı.
SUÇ İŞLEYEN ÇOCUK CEZAEVİNDE DAHA ÇOK SUÇ ÖĞRENİYOR
İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi’nden sorumlu Avukat Gülderen Zerrin Kavak Yıldırım, “Şiddet olayları çok ciddi bir şekilde arttı” diyerek, sözlerine şöyle devam etti: “Çocuğa şiddet uygulandığında, çocuk gördüğü muameleyi büyüdüğü zaman kendisi de aynı şekilde devam ettiriyor. Çocukların cezaevlerine gönderilmesi maalesef rehabilite edici değil. Çocuk, bir suçu bir defa işlemişse ve direkt cezaevine girerse maalesef cezaevine girip daha çok bilenerek etrafında daha çok fazla suç öğrenerek, çıktığı zaman daha fazla suç işleme eğiliminde oluyor. Dolayısıyla bu çocukları rehabilite etmek gerek. Bu anlamda cezaevi değil, rehabilite etme açısından bir şeyler yapmamız gerekiyor.”
MAĞDUR ŞİKAYET ETSE DE ETKİN ÖNLEMLER HIZLICA ALINAMIYOR
Şiddet nedeniyle hayatını kaybedenlerin şikayetçi olmasına rağmen etkin önlemlerin anında alınmamasının bir problem olduğunu ifade eden Yıldırım, “Sorunun kaynağı bunlardan bir tanesi. Yapılan şikayetler hemen ciddiye alınıp bu kişiler hakkında gerekli soruşturmalar yapılıp gerekli uzaklaştırmalar alınırsa o zaman ölümlerle karşılaşmayız” diye konuştu.
Avukat Yıldırım, “Boşanma davalarında görüyoruz. Uzaklaştırma kararları veriliyor. Hatta elektronik kelepçeler takılıyor. Ama örneğin; benim vekilimin bir tanesinde elektronik kelepçe bozuldu. Vekilim ‘Bazen ötüyor, bazen ötmüyor’, ‘polisler ya geliyor ya gelmiyor.’ diyor. Yani bu yapılan sistemin etkin bir şekilde kullanılması lazım. Sadece bir sistemi kurmak yetmiyor. O sistemi düzgün bir şekilde kullanmak gerek ve gerçekten bu kadınlar bunları söylediklerinde ciddiye alınmaları lazım ve hızlıca bir çözüm üretmek lazım” ifadelerini kullandı.
Asıl çözümün suç işleme oranını düşürmekten geçtiğini kaydeden Yıldırım, “İnsanların suç işlememesi için toplumda nasıl bir şekilde davranılması gerek buna bakmamız lazım. Bunun için de toplumu bilinçlendirmek lazım. Eğitim çok önemli, ikincisi çocukların doğru bir şekilde yetiştirilmesi çok önemli. Çünkü çocuklar toplumun temel taşları eğer sağlıklı nesiller yetişirse o toplum sağlıklı bir toplum olur. Bu anlamda gerçekten çocuklarımızın haklarını çok ciddi bir şekilde gözetmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.
“BEDENLERE KARŞI AKILALMAZ BİR ŞİDDET VAR”
Sosyolog Deniz Bağrıaçık, şiddetin toplumda normalleştiğini aktararak, “Ne yazık ki öyle bir vahşetle karşı karşıyayız ki bedene karşı akılalmaz bir şiddet var. Bedenler parçalanıyor. Bu çok normalleşmiş, bir yerlerde bunlar görülmüş ve yapılıyor. Bu çok çarpıcı ve normların dışında. Bir kişiyi öldürüp bırakmak değil, beden parçalanmasına girilmiş ve büyük bir nefret var.
Ölüye karşı bir saygı vardır. Bu adamlar insanları öldürüyor ve sonra parçalamaktan bahsediyoruz. Bunun altında yatan toplumsal ve sosyolojik ayrı bir gösterge var. Sonucu açısından çok da korku da ortada. ‘Benim sonum ne olur?’ gibi şeyler düşünülmüyor. Dolayısıyla şiddeti önlemek için tamamıyla bütün bu düzenin değişiyor olması lazım” ifadelerini kullandı.
AİLE ÇOCUĞUNUN FARKINDA OLMALI
Ebeveyn otoritesinin çok önemli olduğunu kaydeden Bağrıaçık, “En son vahşice iki cinayet işleyen kişi kasabın yanındaymış. Siz o çocuğu müziğe, sanata yönlendireceksiniz. Evden o çocuğu o şekilde çıkartmayacaksınız. Nereye gittiğini takip edeceksiniz. Arkadaşları kim, kimlerle birlikte vakit geçiriyor bakacaksınız. Burada da işlemeyen başka bir kurum görüyoruz maalesef ki. Aile düzeninde boşluk var ama okul da bunu dolduramıyor. Toplumsal kurumlarla ilgili problem var. Peki bu çocuklar nerede?” diye sordu.
“HAKSIZLIK OLUNCA ÖFKE ORTAYA ÇIKAR”
Ekonomik krizin de bireylerde öfkeye neden olduğunu söyleyen Bağrıaçık, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir haksızlık olduğu zaman öfke ortaya çıkar. Her tarafta bir eksiklik var. Bütün bu mekanizmalar nasıl bu kadar dağılmış bunu sormamız lazım. Hastane, okul dediğimiz yerler toplumun kurumlarıdır. Birebir bunları biz inşa ediyoruz, kendimize dönüp bakalım nerede bir sorun var diye. Öte yandan Narin cinayetinde de gördük; çok ciddi bir feodal yapı var. Önlenebilir ama maalesef önlenemeyen ve sürekli geç kalınan, kadın erkek arasındaki rol ayrımlarının güçlenerek gittiği bir yapı var. Örneğin, tacize uğruyorsunuz. Karşınıza çıkan kişi, sizin güvenip anlatacağınız kişi de erkek ya da onu destekleyen ataerkil bir kurumsa nasıl bu söz özgürleşecek, nasıl biz kendi derdimizi anlatacağız? Bu şekilde herhangi bir toplumsal iyileşmenin varlığını ne yazık ki göremeyiz.”
Bağrıaçık, “Hep beraber, tüm kurumların, kuruluşların, yasa yapıcıların oturup şu anki toplum düzenine uygun yasaları çalışıyor olması lazım” diye ekledi.