Oluşturulma Tarihi: Kasım 23, 2024 07:00
Dijital dünyanın en çok dinlenen yayıncılarından Deniz Dülgeroğlu ‘Merdiven Altı Terapi’ isimli podcast’iyle aynı isimde bir kitap çıkardı. Dülgeroğlu kitapta kadınları sırtlarındaki taş dolu utanç çantalarını ait olduğu kişilere geri vermeye davet ediyor.
Bu, onun üçüncü kariyeri. 26 yaşında çene cerrahisi alanında doktora yapan bir diş hekimiyken bir reklam ajansında stajyer olarak çalışmaya başladı. Kısa zamanda başarılı bir reklamcı oldu, pek çok ödül kazandı. Ama asıl istediği kendi hikâyelerini anlatmaktı. Bir gün yorganın altına girip telefonuyla kaydettiği podcast bölümü büyük ilgi gördü. Reklamcılığı da bırakıp hayatına podcast yayıncısı ve içerik üreticisi olarak devam etti. Deniz Dülgeroğlu’nun aile, okul, iş ve aşk hayatında yaşadığı travmaları ve bunları terapide nasıl anlamlandırdığını anlattığı ‘Merdiven Altı Terapi’ Türkiye’nin en çok dinlenen podcast’lerinden biri. Podcast’te anlattıklarını kitaba dönüştüren Dülgeroğlu’yla bir araya geldik.
– Podcast dünyasına uzak, seni henüz tanımayan birine kendini nasıl anlatırsın?
Annenizin, babanızın “Kimseye anlatma” diyeceği cinsten ne varsa hepsini anlattığım bir podcast’im var. Gidecek yerim olmadığı için işyerinde herkes çıktıktan sonra kanepede uyuduğumu da anlatıyorum,
annemin beni yüzüstü bıraktığını da, babamın yedi saatlik bir yolculukta annesinin ölüsünü bana taşıttığını da… Ama hepsini bir çıkarımla sunuyorum. ‘Merdiven Altı Terapi’nin olayı bu; ‘ikinci el terapi’ gibi…
– Instagram çağında herkes en kusursuz halini paylaşıyor. Sen en özel şeyleri filtresiz anlatıyorsun…
Çorapta delik olmasını ayıp diye saklamaya çalışıyoruz. Ama “Evet delik, bugün böyle denk geldi” dersen müthiş bir rahatlama geliyor. Babam bu yaz bana bir tartışma sırasında “O.u” dedi. Bunu paylaşmadan önce müthiş bir utanç yaşadım. Dışarıdan görünen o havalı; ‘doktor baba-diş hekimi anne-Robertli kız’ imajını yerle bir edecek bir şey bu. Ama paylaştım. Çok da iyi oldu. Bu utancı taş dolu bir çanta gibi taşıyordum, sahibine iade ettim.
– Fransa’da sistematik tecavüze uğrayan Gisèle Pélicot’un “Utanç taraf değiştirmeli” deyip yüzünü gizlememeyi seçmesi gibi…
Kesinlikle. Podcast’te o bölümün adı da bu zaten; ‘Bu utanç bana ait değil’. Böyle şeyleri anlatınca görüyorsun ki mükemmel görünen hayatlarda ne hikâyeler yaşanıyor. Çok fazla kadın çok farklı şekillerde utandırılıyor. Bu utançların sahipleri gelip alsınlar emanetlerini.
– Kitapta hepimizin hayatında ‘anormallikler’ olduğunu ama bunları konuşmadığımızı, garip bir ‘normal’de ortaklaşmaya çalıştığımızı söylüyorsun…
Çocukken mastürbasyon yaparken teyzemin beni yakalayıp aşağıladığını, yine çocukken altıma işediğimi, kaş-kirpik koparma hastalığımı; Instagram’a yakışmayan ne varsa hepsini anlatmak istiyorum çünkü anlattıktan sonra çok rahatlıyorum ve başka insanlara da yer açıyorum. Hepimizin tuhaf yanları var. Sürekli bunlardan utanç duyuyoruz. Ama biri “Benim de anormal bir yanım var, korkma” dediğinde bir rahatlama geliyor. Utançla yaşamak ç.şini tutmak gibi. Aklın hep orada… Utançtan kurtulduğunda hayatın tadını çıkarmaya başlıyorsun.
– Bugün kitabı baskı üstüne baskı yapan, TÜYAP’ta metrelerce imza kuyruğu olan birisin. Kitapta kardeşinin dediği gibi ‘Büyüdüğün evde alamadıklarını alabileceğin koca bir dünya’ var mıymış gerçekten?
Yıllarım evde alamadıklarımın yasını tutmakla geçti. Ama yas bittiğinde dünyanın geri kalanının bunları almak için bir seçenek olduğunu anlıyorsun. Almaya başladığında “Buna layık değilim” diyorsun. O yüzden sanırım başta podcast’i dinleyen insanların sevgisini kabul etmekte zorlandım ama şimdi “Beni durduk yere sevmediler” diyebiliyorum. TÜYAP çok komikti, kendimi Justin Bieber gibi hissettim. Yüzlerce genç çığlıklar atarak geldi yanıma. Annemle, babamla hiç konuşmuyorum. Onlar olmadan sevgisiz kalacağımı zannederken bu kadar çok kişinin sevgisini almak mükemmel bir şey. Sokakta herkes sarılıyor ve ağlıyor. Kendimi bazen türbe gibi hissediyorum (gülüyor). Dini inancı, cinsel yönelimi ya da tipinin farklı olması yüzünden dışlanma korkusu duyan o kadar çok genç gördüm ki… Benim gibi ‘garip’ diye ötelenen birinin başarmış olması onlara ümit veriyor. Bir çocuğun zorbalık yaşamaması için cebine bir alet çantası koyabiliyorsam küçük Deniz’i iyileştirmiş gibi oluyorum. Keşke ben büyürken bu podcast’i dinleyebilseydim…
– İlk podcast’i kaydettiğin günü nasıl hatırlıyorsun şimdi?
Reklam yazarlığımın ilk yıllarında ajansta işimiz komikli şeyler yazmaktı. O dönem bir beyefendi bana komik olmadığımı söyledi. Bunun üzerine kendime bir Twitter (X) hesabı açtım. Çok kısa sürede 100 bin takipçim oldu. Sonra o hesap kadın cinselliğiyle ilgili bir ifade içeren tweet’im sebebiyle takipçi sayım 300 binken kapatıldı. O hesaptan dolayı insanların yazdıklarımla ilgilendiklerini biliyordum. Podcast fikri aklıma düştüğünde oradan sordum “Dinler misiniz” diye. 1.000’den fazla kişi “Yap” dedi. O gece kaydettim. Sabah kalktığımda Türkiye 19’uncusuydu podcast. Hayatımın en ağır depresyonlarından birini yaşıyordum. Anlatmasaydım kendi karanlığımda kaybolacaktım.
– Motton “Ortadoğu’ya inat yaşıyorum bu hayatı”. Ama hikâyelerine bakınca Ortadoğu’ya rağmen yaşadığını hissediyorum ben…
Rağmen deseydim çok depresif olurdu. Benim neşem muhalefetten gelir. Türkiye’de söylenmesi imkânsız birçok şeyi kelimelerimi dikkatli seçerek ama herkesin ne demek istediğimi anlayacağı şekilde ifade ediyorum. O yasakların, engellerin arasından kendime bir yol buldum ve demek istediğimi söylemeyi başardım. Bunu Türkiye’nin orta yerinde mikrofonumu açıp yaptım ve kimse bana karışamadı. Bu müthiş bir zevk veriyor. Uzun süre cinselliğimden utandım çoğu kadın gibi. Sonunda bunun beni ne kadar büyük bir karanlığa sürüklediğini; ne kadar hazdan, neşeden yoksun bir hayat yaşadığımı anladım. O zaman neden diye sorgulamaya başladım ve “Ortadoğu’ya inat, hepinize inat cinselliğimden bahsedeceğim” dedim. Yanlış bir şey yapmadığıma çok eminim.
‘DİREKT KULAĞINA FISILDAR GİBİ…’
– 2020’de podcast bu kadar popüler bir mecra değildi. Neden bu aracı seçtin?
Bir video platformunda olamazdım. Ağır bir depresyondayken ne çekim yapmaya gücüm vardı ne tipim müsaitti. Üç günde bir duş alıyordum. Neye benzediğimi bilmeyen insanların direkt kulağına fısıldar gibi hikâye anlatmak da çok hoşuma gitti. Çok da kolaydı. Yattığım yerden telefonumu ağzıma tutarak başlamıştım. Aldatılmış bir kadının yeni taşındığı evinde, kolilerinin arasında konuşması çok gerçekçiydi. Türkiye’de podcast milyonlara ulaşıyor diyemem ama benim her bölümüm gerçekten yüz binlere ulaşıyor. Eski bir reklamcı olmamın bana kazandırdığı becerilerle reklam almayı da başarıyorum.
‘İKİ TİŞÖRTÜM EKSİK OLSUN AMA TERAPİM OLSUN’
– Podcast’in terapiye yönelik önyargıları kırmaya yardımcı oluyor mu?
Sayamayacağım kadar “Sayende terapiye başladım” mesajı aldım. İnsanlara terapiyi ‘influence etmek’ harika bir şey. Hepimizin buna ihtiyacı olduğunu biliyordum. Okulda matematik öğrettiler, ‘Ege’de sıradağlar kıyıya dik uzanır’ı öğrettiler ama kimse ilişki nasıl kurulur, ayrılık acısı yaşadığında, zorbalığa uğradığında ne yapmalısın, bunları öğretmedi. Blendır bile aldığında yanında kullanım kılavuzuyla geliyor. Hangimizin annebabası güzel rehberlik yaptı? Terapi odasında “Şu tuşun yerini bulamadım, lütfen gösterir misiniz” demek, Freud’dan bugüne gelen bir literatüre hâkim, başka danışanlarla işin pratiğini de yapmış bir insanın yol göstericiliğinde yaşamak parayla alınabilen bir hizmetse, lütfen alınız paramı (gülüyor)! İki tişörtüm eksik olsun ama terapim olsun.