Doğum sonrası psikozu birçok kadını etkileyen çok ciddi bir ruh sağlığı acil durumu. Kişinin gerçeklik duygusunu etkileyerek halüsinasyonlara, sanrılara, paranoyalara neden olabiliyor. Daha ciddi durumlarda kişiler kendilerine ya da yenidoğanlara zarar vermeye bile çalışabiliyor. Dijital sinema platformu MUBI’de 22 Kasım’da gösterime giren “Cadılar” (The Witches) belgeselinde yönetmen Elizabeth Sankey, kişisel deneyiminden yola çıkıyor. Yaşadığı psikoz sonrası semptomlarla Batı toplumu ve popüler kültüründe cadıların temsili arasındaki bağları keşfediyor. Cadılar, film, televizyon ve kültür tarihi boyunca nasıl gösterildi? Bu temsil nasıl değişti ve gelişti? Ve en önemlisi, yüzeyin hemen altında neler oluyor? Ortaçağda yakılan kadınların bazıları doğum sonrası psikozu yaşıyor olabilir miydi?
Elizabeth Sankey ile eylül ayında düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde bir araya gelmiş ve hem kişisel deneyimini hem de filmini konuşmuştuk.
* Cesur bir film, aynı zamanda kişisel bir tanıklık. Anne olarak yaşadığınız deneyimler, doğum sonrası psikozunuz ve sonrasında geçen süreç. Nasıl başladı? Kameranın önünde her şeyi anlatmaktan çekindiniz mi hiç? Diğer kadınların tanıklıklarıyla birlikte süreç nasıl ilerledi?
Hastayken, yani psikiyatri servisindeyken, Twitter ve Instagram’da bu sorunları yaşadığımı paylaşmıştım. Bunu da sadece umarım birileri iletişime geçer ve “Endişelenme, sadece şu hapı al, şunları yap, bir duş al ve iyi hissedeceksin” der diye yapıyordum. Bunları diyen çok az oldu ama herkesin başıma gelenleri bildiği hissine kapıldım ki bu gerçekten güzeldi. Bana mesajlar gönderip “Umarım iyisindir, benim de başıma geldi veya benzer bir şey yaşadım ya da arkadaşım bunu yaşadı” dedi insanlar. Bu harika bir şeydi. Çok garip hissettim ama aynı zamanda çok özgürleşmiştim. Bu yüzden filmi çekerken “Herkes zaten biliyor” diye düşündüm. Bu konuda yazılar yazdım, insanların bilmesini ve konuşmalarını istiyordum.
* Kişisel olarak özgürleştiriciyken yönetmen ve yapımcı olarak da öyle hissettiniz mi röportajları yaparken?
Evet, sanırım. Birçoğu bana ulaşarak hikâyelerini paylaşmış veya benim de içinde olduğum destek grubunda konuştuğum kişilerdi. Bu tür konular hakkında konuşmanın iyi olduğu izlenimine sahip olan ve benimle aynı inancı paylaşan kadınlardı. Bu yüzden hikâyelerini anlatmakta çok rahatlardı. Hepimiz zaten şu duyguyu taşıyorduk: “Eğer yapacaksak, tam yapalım. Bu birçok kadına yardımcı olabilir.” Bu yüzden herkes çok istekliydi ve herkes çok rahattı.
* Festivallerde gösterimleriniz devam ediyor. Peki, seyirci tepkisi nasıl? Filmi izledikten sonra size ulaşıyorlar mı?
Evet, ulaşıyorlar. Bu gerçekten güzel. Türkiye’deki seyirci tepkisi aslında inanılmazdı. Gerçekten çok özeldi sorular… Bilmiyorum, bir şeye dokunduğu hissine kapılıyorum, bu gerçekten özel ve beni çok mutlu ediyor. Birkaç gösterimden sonra aynı şeyi yaşadığını söyleyenler oldu. Birisi bir arkadaşını bu nedenle kaybettiğini söyledi.
* Filmde ortaçağdaki cadı avları sorgulamalarında “cadı olduğunu” itiraf eden kadınların sorgularına da yer veriliyor ve semptomlar doğum sonrası psikozuyla çok benzeşiyor. Siz bunu filmi çekerken biliyor muydunuz?
Evet, evet. Bu yüzden bir bağlantı olması gerektiğini düşündüm. Cadı avlarında kadınların çoğu dışlanmış kişilerdi, yaşlı kadınlardı, şimdi anlıyoruz ki muhtemelen aynı zamanda akıl sağlığı sorunu yaşayan kadınlardı. Tüm yapılan itirafların işkenceyle yapıldığını varsaydığımda tarihçilere sordum. Ama o tarihlerde İngiltere’de cadı avlarında işkenceye izin verilmiyordu. Bu yüzden itiraf eden tüm kadınlar bunu gönüllü olarak yapmıştı ve tanıklıkları okuduğumda, o zamanlar insanların bunu neden yaptıklarını anlayamadıklarını gördüm. Aslında bunun nedenini ben anlayabiliyorum. O zamanlarda zaten insanlar cennete inanıyorlardı ve “Belki de ölürsem cennete giderim ve bu yaşadıklarım sona erer” diye düşünüyorlardı. Bu benim için gerçekten büyük bir keşif gibiydi.