Şu sıralar Kapadokya’da çalışıyor. Günübirlik geldiği bir İstanbul ziyareti sırasında buluşuyoruz. Her zamanki gibi kıpır kıpır. Hem çok güzel ve masum görünüyor hem yaramaz bir kız çocuğu havası var. Bu sefer bir önceki görüşmemize göre gözleri sanki bir ayrı parlıyor. Zaten tam hazırlanırken fotoğraf stüdyosunun kapısı çalıyor. Büyük bir çiçek buketi geliyor. Kimden? Tabii Kubilay Aka’dan. Üzerindeki notu gülümseyerek okuyor. Böyle sürprizleri sık sık yaptığını öğreniyorum. Çiçeğin de motivasyonuyla başlıyoruz Hafsanur Sancaktutan’la sohbete.
◊ Dört yıl önce röportaj yaptığımızda yeni parlamaya başlamış, yeni doğmuş bir bebek gibiydin. Geçen süre içinde güzel işler yaptın, başrollerde oynadın, ödüller aldın. İsmin büyüdükçe sen neler hissettin?
İyi hissediyorum, aslında ‘bebek’ Hafsa dedin ya, farkındaydım; ben de büyüyeceğim, büyüdükçe yaptığım işlerin de değeri artacak. Bu olanlar bana kendimi çok iyi hissettiriyor. Yaptığın şeyin karşılığını görmek; yaş aldıkça, deneyim kazandıkça yaptığın işlerin de büyümesi, saygınlığının artması çok değerli hissettiriyor.
◊ Hayalin hep bugün olduğun kadına dönüşmek miydi?
Hayır, hayalim hep olacağım kadını daha iyi bir kadın yapmaktı.
◊ Peki, sen neden oyunculuk yapıyorsun?
İyi ki oyunculuk yapıyorum çünkü yapmasaydım bunca duyguyu ne yapıyor, nerede harcıyor, insan olarak nerede hafifletiyor olurdum bilmiyorum.
◊ Sence başarının sırrı nedir?
Teşekkür ederim. Duygularını iyi yönetmek olabilir. Empati kurabilen, insanları da anlayabilen biriysen karakterini daha kolay çıkarabiliyorsun.
◊ Hayatta ne kadar şey altın tepside önüne sunuldu?
Bana hiçbir şey altın tepside sunulmadı. Çok emek verdim. 17 yaşımda sektöre girmiştim.
O zaman bir ajanstaydım. Sürekli reklamlar için deneme çekimleri geliyordu. Pendik’te oturuyordum, Avrupa Yakası’nı bilmiyordum. O deneme çekimleri için tek başıma, o yaşta bilmediğim yerlere gitmek çok korkutucuydu. Mesela navigasyon yanlış yeri gösteriyordu, ben doğru yere geldiğimi düşünerek taksiden iniyordum ve yeniden taksiye binecek param olmuyordu. “Bir daha gelirsem ben de Hafsa değilim” diyerek, ağlaya ağlaya yürüyerek adresi buluyordum. Çok koşturdum Hakan, önce reklamlar oldu, ardından diziler için deneme çekimleri gelmeye başladı.
◊ Şimdi o yollardan kendi arabanla geçtiğinde ne hissediyorsun?
Bir kadın olarak bütün her şeyi kendin yapabilmiş olmak, sıfırdan gelmek zor… Kendimi güçlü hissediyorum. Bir gün, o yağmurda ıslanıp üşüyerek yürüdüğüm yoldan arabamla geçtiğimde duygulanmıştım. Ama her şeye kendi emeğinle sahip olduğunu bilmek insana iyi hissettiriyor.
◊ Bunları yaşarken kendinden ne kadar ödün verdin?
Kendimden demeyeyim ama özel hayatımdan ödünler verdim. Ailemle az görüşür oldum, sette çalıştığım insanlar ailem oldu. Bazen doğum günümü kutlayamadım. Hastalıkta, bayramda, düğünde, önemli günlerde sevdiğim insanların yanına gidemediğim zamanlar da vardı.
◊ Hayallerin de artık kariyerin gibi büyüyüp değişmiştir. Şimdi en çok nelerin hayalini kuruyorsun?
Hayallerimi inşa etmeye, planlarımı yapmaya başladım. Mesela İspanya’ya gidip, bir yıl kadar orada yaşayıp İspanyolca öğrenmek istiyorum. Birkaç aydır aplikasyondan öğrenmeye başladım. Orada oyunculuk yapmayı da isterim tabii.
◊ Neden İspanya?
Benim için sinema sektöründe Hollywood’dan sonra ikinci sıradalar ve bizim sinema dünyamıza yakın olduklarını düşünüyorum.
‘NEYSENİZ O HALİNİZLE KALIN’
◊ Çok güzelsin ama bunun oyunculuğunun önüne geçmesine de izin vermiyorsun. Makyajdan, süsten uzak karakterler canlandırıyorsun. Fiziğinin yeteneğinin önüne geçmemesini nasıl sağlıyorsun?
Doğallık. Bu mesleği yapmak isteyen yaşıtlarıma ve genç kızlara sesleniyorum: Bence neyseniz o halinizle kalın, hiçbir şeye müdahale etmeyin. İnsan kendi içindeki merhametiyle, duruşuyla, konuşmasıyla, kemerli burnuyla da güzeldir. Mesela bugün dudağımda uçuk var ve uçuğun bıraktığı iz bile güzel. Bunlar insanı, o kişi yapar. Bence insanı güzel bir oyuncu yapmanın dışında yetenekli de yapabilen şey “Aman çirkin çıkar mıyım” algısının olmaması.
◊ Sende estetik yok o halde…
Hiçbir şey yok.
◊ Rollerinden de dolayı daha dingin ve masum bir havan var. Ama Rizelisin, içinde hiç fırtınalar kopup dalgalar kabarmıyor mu?
Ooo, sen onu arkadaşlarıma sor. Dalgalar tabii oluyor ama onu da dizginlemem gerekiyor.
◊ Rizelisin ama çaya karşı intoleransın vardı. Vücudun tepki veriyordu, içemiyordun. Ne oldu?
Vardı evet, ne güzel insansın Hakan ya, o kadar insanla sohbet et, benim çay içemediğimi unutma… Geçti artık, şimdi içebiliyorum.
◊ Sevindim… Öyle bir şey var ki Hafsa, seksisin ama masum da duruyorsun, sempatiksin ama bir yanınla yaramaz bir havan var. Aslında sen nasıl birisin?
Tam olarak bu anlattığın şey bence. Bukalemun gibiyim, nereye çekersen o olabilirim. Seksi de; özümde cıvıl cıvılım da.
◊ Yüzünde ve gözlerinde bir hüzün de var. Onun sebebi ne?
Bence dramaya daha yatkın bir yüzüm var, bilmiyorum, hatta bazen yönetmenlerim “Hafsa dur, acı var hâlâ yüzünde, şöyle yapsana” diyorlar. Ama gözümden gitmiyor o his.
◊ Çok mu acı şeyler yaşadın?
Ben de kendime göre acılar, üzüntüler yaşadım.
‘KUBİLAY RÜYAMA GİRDİ, MESAJ ATTIM’
◊ Hayatında şu an başka değişimler de yaşanıyor…
Evet, ‘Siyah Kalp’ başladı.
◊ Onu sormadığımı biliyorsun…
Neyi soruyorsun (gülüyor)?
◊ Şöyle başlayalım; magazine bir röportaj verdin, “Sevgilin var mı” diye sordular, “Adam kalmadı” dedin. Ve kısa süre sonra seni Kubilay Aka ile el ele gördük. O dönem neler yaşandı?
O sırada Kubilay’la aramızda bir şey yoktu. O lafım çok geneldi. “Sevgilin var mı” diye sordular, ben de “Kalmadı ortalıkta adam, nasıl sevgilim olsun” dedim.
◊ İlişkiniz nasıl başladı, anlatır mısın? Aynı ajanstasınız. Herhalde önceden birbirinizi tanıyordunuz…
Evet, aynı ajanstayız, beş yıldır falan tanışıyoruz. İlk reklam filmim de Kubilay’laydı.
Biz birbirimizi hep arkadaş olarak görüyorduk. Zaten ikimizin hayatında da başkaları vardı. Ama son bir yıldır bence Kubilay benimle zaman geçirmek, beni daha yakından tanımak istiyordu. Bir yıldır görüşmek istediğini biliyordum. Hatta bir kere mesaj yazmıştı, ben cevap vermemiştim. Çünkü ona o gözle bakmıyordum. Ama dizi çekimleri için Kapadokya’ya gittiğim gün rüyama girdi. Annem, ablam, hatta Kubilay’ın kardeşi, hepsi Kubilay’la bir araya gelmemiz için ellerinden geleni yapıyordu. Ben de ona mesaj attım.
◊ Ne oldu sonra?
İşte, olanlar oldu.
◊ Kubilay’da seni vuran neydi?
İlk vuran şey gözleriydi. Gözlerini çok seviyorum, çok güzel bakıyor. Ama esas tanıdıkça en çok etkilendiğim şey merhameti oldu. Çok duygusal ve düşünceli. Onu tanıdıkça daha çok etkileniyor olmak da en sevdiğim şey.
◊ Benzer tutkulara sahip iki insanın ilişkisi nasıl oluyor?
Artısı da eksisi de var. Aynı işi yapıyoruz, beni çok iyi anlayabiliyor, herhangi bir sorun yaşadığımda fikir verebiliyor. Dezavantajı şu: İkimiz de Koç burcuyuz, ateş grubuyuz. O bir şey deyince mesela gıcık olursam ben de bir şey diyorum, hemen ortalığı bir alev alıyor. Beni çözdü ama artık, susuyor ve “Tamam” diyor. Böyle tatlı, küçük çatışmalarımız var.
◊ Şimdi sen Kapadokya’dasın, o sık sık oraya gidip geliyor. Sen de onun için sanırım günübirlik Cannes’a gitmişsin…
Kubilay, Cannes’a televizyon fuarına gitmişti. O gün döneceklerdi, benim de boş günümdü, Nice’e uçtum. Sabah Cannes’daydım, 15.30’da da döndüm.
◊ Hazır böyle bir aşk içindeyken aşk tanımını alayım…
Aşk güzel şey, karşındaki insan senin yol arkadaşın da olabiliyorsa bence çok keyifli.
‘SERT TARAFIMIN İNSANLARI ÜRKÜTTÜĞÜNÜ DUYUYORUM’
◊ Şöhret ve tanınmak seni eleştirilere de açık hale getirdi. Bu kadar eleştiri yüklü bir dünyada genç bir oyuncu olmak sana kendini nasıl hissettiriyor?
Bazen sosyal medyadaki acımasız yorumlara kafamı taktığım anlar oluyor. Kırılıyorum. Bence önce sektörün de birbirine sahip çıkması lazım. Bir oyuncu, yönetmen, yapımcı fark etmez; birileri tarafından haksız yere eleştiriliyorsa sektör sahip çıkmalı, yanında olmalı. İyi günde de yanında olmalı. Örneğin Hollywood’da insanlar meslektaşlarını “Çok iyi karakter, senaryo seçmişsin” diye tebrik ediyor. Bizde bu çok az.
◊ Oynadığın rollerden sonra karakterini bir ceket gibi asar, yoluna mı gidersin, yoksa onu üzerinde mi taşırsın?
Oynarken dibine kadar yaşıyorum, sonra “Kestik” dendiğinde şak diye oradan uzaklaşıp, ardından aynı şeyi başka yerden yapmak çok keyifli.
◊ Şimdi yeni projelerin neler?
‘Siyah Kalp’ devam ediyor. Yazın sinema filmi yapmak istiyorum.
◊ Senin kalbinde ne kadar karanlık var?
Her insan kadar kalbimde siyah ve beyaz var.
◊ Siyah yönlerini anlatır mısın?
Son zamanlarda sert tarafımın biraz insanları ürküttüğünü duyuyorum. Ama bilerek yapmıyorum, tahammülüm yok. Arkadaşlarımı hemen hayatımdan çıkarabiliyorum. İç sesimi dinliyorum, o ‘Burada olmaman gerekiyor, artık samimiyet kalmamış’ dediği an neden uğraşayım ki?
◊ Sonra pişman olmuyor musun?
Olmuyorum. Üzülüyorum, “Sevdiğim insanlardı” dediğim olabiliyor ama yapacak bir şey yok. Ben mi uğraşacağım, birileri de beni kaybetmemek için uğraşsın.
◊ Canlandırdığın karakter, annesi tarafından doğduğu zaman terk edilmiş. Annesini buluyor, intikam almak istiyor. Sen böyle bir şey yaşasan intikam almayı mı tercih ederdin?
Ben de intikam alırdım herhalde.
◊ Kapadokya’da hayat nasıl gidiyor?
Nereye baksam peribacaları var. Enerjisi çok güzel. Orada ‘vorteks’ adı verilen bir
hava dalgası varmış, bu insanların hayatını maddi manevi etkiliyormuş, bilimsel olarak da açıklanmış bir durum. Ben bunu havalimanından ilk indiğim an hissettim, gerçekten hayatımda dört-beş aydır yolunda gitmeyen şeyler rayına girdi. Ben de o mistik enerjiyi sevdim.
◊ Geçen hafta 24 saatliğine, Brezilya’ya reklam çekimine gittin. Sete hayranların gelmiş, neler hissettin?
İnanamadım. Uçağa binerken bir story atmıştım. Brezilya’dayken backstage paylaştım. O görüntüden yola çıkıp mekânı bulmuşlar ve kapıda beklemişler. Karşıdan birileri “Melek” (Canlandırdığı karakter) diye bağırarak bana doğru geldi. Çok mutlu oldum. Keşke uzun süre kalsaydık ve oradaki sevenlerimle daha çok vakit geçirebilseydim. Yaptığın işlerle kilometrelerce uzaktaki insanlara dokunmak ve bunu hissetmek ne kadar güzel bir duyguymuş meğer.