Başlıkta okuduğunuz bu sözler değerli insan, Türk dostu Edzard Reuter’in. Onu 27 Ekim günü yitirdik. 96 yaşındaydı. Dostluğumuz çok gerilere gidiyordu. 1997’ye. Stuttgarter Zeitung gazetesi, benden “Almanlarla Türkler arasında uyum” üzerine bir makale istemişti.
Almanya’nın 1990’da Doğu Almanya ile birleşmesinin ardından iki toplum arasındaki ortak yaşam ve yabancıların uyumu zora girmişti. Almanya’nın 1990’da 62 milyon olan nüfusu iki ülkenin birleşmesiyle bir günde 80 milyona çıkıvermişti! İşte o günler topluma kimi güçlükler getirmişti.
Bunlardan biri de 30 yıldır uyum içinde sürüp giden AlmanTürk ortak yaşamının karşısına engellerin çıkmasıydı. 7 Mayıs 1997’de Stuttgarter Zeitung’a yazdığım yarım sayfalık makalenin konusu uyum ve ona giden sağlam yollardı! Edzard Reuter’le o güne dek hiç görüşmemiştik. Yazımı okuduktan aramıştı. Bir akşam yemeğinde buluştuk. Eşi Helga’yla gelmişti. Bir yıl önce Berlin’de “Helga ve Edzard Reuter Vakfı”nı kurmuşlardı. Vakıflarının hedefi değişik etnik kökenlerden, dinlerden ve kültürlerden gelen insanların barış içinde ortak bir yaşam sürdürmesiydi!
Türklerin uyumu
Tabaklarda iskender kebap, kadehlerde yakut vardı! Önden mezeyi de unutmamıştık. Sohbetimiz bir gün önce gazetede çıkan yazımın konusu ve üzerine eğildiğim sorunlardı. Keyifli geçen o akşam yemeğinin sonunda getirdiğim öneriye sıcak bakmıştı. Kuracağımız bir “kültür köprüsü” aracılığı ile iki toplumu bir araya getirecektik! 1964’te işe başlamış olduğu Daimler-Benz’de doruğa çıkan ve 1987’den 1995’e kadar da dünya devinin CEO’su olarak görev yapan Edzard Reuter görüşmemizin hemen ardından kolları sıvamıştı. Sayısız ortak girişimlerimiz olumlu sonuçlar almış, kafamızdan geçenler bereketli topraklara düşmüş, tohum tutmuştu.
“Stuttgart TürkAlman Forumu” 1999 yılında kurulmuştu. Kısa süre önce büyük bir törenle 25. yılını kutladık. Almanya’da benzeri yok! Forum kendini şöyle tanıtıyor: “Hedefimiz Almanlarla Almanya’da yaşayan Türklerin kültürel çerçevede bir araya gelmelerini ve ortak çalışmaların oluşumunu desteklemektir. Geliştirdiği eğitim projeleri ve kültürel programlarıyla Forum, bu ülkeye özgün çabalarıyla yerleşmiş Türklerin topluma uyumuna destek vermektedir.”
Kaçınılmaz koşul
Baba Ernst Reuter 1934’te Hitler’den kaçıp Türkiye’ye sığınan 130 bilim ve kültür adamından biriydi. Onun ve ailesinin Türkiye ilgisi 1946’da vatanlarına dönmelerine karşın hep sürmüştü. Reuter, o günlerde şöyle konuşmuştu: “Özgürlüğün, demokrasinin ve hoşgörünün insancıl bir toplum için ilk ve kaçınılmaz bir koşul olduğu, her zaman için böyle kalacağı gerçeğini de ödün vermeden kabullenmeliyiz.” Bu bilinci oğlu Edzard’a da aşılamıştı. 1997’de tanışmamızın ardından bir başka sohbetimizde de şunları söylemişti: “Anadolu’nun yüzyıllara dayalı gelenekleri, deneyimleri ve kültürleri, barış içinde birlikte yaşayan bir halklar topluluğunun gelişmesine katkıda bulunabilirdi. Babamın, Atatürk ve ondan sonra göreve gelenlerin, Türkiye’yi, devletleri özgürlükçü demokrasinin temellerine dayanan uluslar topluluğu yoluna sokmak için gösterdiği şaşmaz kararlılıktan etkilendiğini çok iyi hatırlıyorum.”
“Türkiye benim ikinci vatanım” diyen Edzard Reuter, en zor dönemlerde Türkiye’nin birçok Almana kucak açtığını söylüyordu. Türkiye ile Almanya arasında sıkı dostluk ilişkileri bulunduğunu ve bu ilişkilerin kararlı bir biçimde sürdürülmesi gerektiğinin de altını çiziyordu: “Yabancıya karşı açık olacaksın, onu itmeyeceksin, ona ‘Hoş geldin’ diyeceksin. Ben bunu Türkiye yıllarımda öğrendim.”
Hitler Almanya’sından kaçarak “modern çağın ilk beyin göçünü” yaratan ve Atatürk’ün davetiyle gelen bilimadamlarından biri olan babası Ernst Reuter’in de “ikinci vatan” olarak adlandırdığı Atatürk Türkiye’si, ona ve dostlarına çok olanak tanımıştı. Değerli bilim insanı ve politikacı Reuter, ülkemizden ayrıldıktan sonra da kitap ve yazılarında Türkiye’den hep “memleketim, memleketimiz” diye söz etmişti. Oğul Edzard da şöyle anlatıyordu: “Babamın o günlerde birçok Alman bilim insanı gibi ABD yerine Türkiye’yi yeğlemiş olmasının önemli nedenlerinden biri, Atatürk Türkiyesi’nde kendilerini iyi bir geleceğin beklemiş olacağına inanmalarıydı. Burada daha özgür çalışarak kendilerini daha iyi kanıtlayabileceklerine emindiler.” Atatürk’ün modern bir Türkiye yaratma düşünün gerçekleşmesinde, Nazi Almanya’sından kaçıp Türkiye’ye gelen her bilim insanı gibi Ernst Reuter’in de o yıllarda ülkemize çok büyük ve kalıcı katkısı olmuştu.
1953 ayaklanması
Gazeteci Burhan Arpad, 18 Haziran 1953 günü Salzburg Festivali’nden Berlin Festivali’ne gitmek için Münih‘ten bindiği “PAN AM” uçağında Batı Berlin Başkanı Belediye Başkanı Ernst Reuter’le yanyana oturur. Bu bir rastlantıdır! Bir gün önce 17 Haziran 1953’te, savaş sonrası kurulan yeni Almanya’nın tarihinde önemli iz bırakacak bir olay yaşanmıştır. Berlin’de 1 milyonun üzerinde insanın katıldığı özgürlük ve demokrasi gösterisi kısa sürede bir ayaklanmaya dönüşmüş ve Sovyet tankları tarafından acımasızca bastırılmıştır. En az 50 insanın öldürüldüğü, 15 bin insanın tutuklandığı 17 Haziran günü Berlin’de olmayan Ernst Reuter ertesi gün uçaktan inerken arkasında Burhan Arpad durmaktadır. “Merdivenin ucunda yaklaşık 200 gazeteci bekliyordu” diye anlatmıştı ileride. Ernst Reuter, onu ertesi gün makamına davet eder. Bir gün sonra da Vatan gazetesi, tüm birinci sayfasını Arpad’ın röportajına ayırır. Oğlu Edzard’ı tanıdıktan sonra İstanbul Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi’nde bulduğum o sayfa, bugün Berlin’deki Ernst Reuter Vakfı’nın arşivinde duruyor!