Aralık 1985. İrlanda’nın güneyindeki County Wexford’da yer alan New Ross isimli bir kasabada şafak vakti “sessizliğini” bozan kilise çanları, sessizlik yemini etmiş bir topluluğun ruhuyla uyumlu bir görünüm sergiliyor. Yörenin ve mevsimin izin verdiği cılız ışıkla ağaran tan, “Böyle Küçük Şeyler”in (Small Things Like These) içe dönük, hassas ve suskun baş karakteri Bill Furlong’ın (Cillian Murphy) uykusuz bir gecenin ardından işe koyulduğu zamana işaret ediyor.
80’lı yılların çok gerisindeymiş gibi görünen bu kasabanın soğuk bir kış sabahında tanıştığımız Bill, beş çocuklu bir ailenin babası ve yaşamını kömür satarak sürdüren bir adam olarak karşılıyor bizi. Kömür çuvalları yüzünden zarar gören ceketinin omuzlarındaki yırtık görüntü, geçmiş travmalarıyla parçalanmış, acı çeken bir ruhun göstergesi gibi küçük şeyler üzerine kurulu bir anlatıyı bir araya getiren küçücük imgelerden yalnızca biri ve hemen açılışında seyircisini hüzünle selamlıyor. Her sabah kasabaya kömür dağıtan her akşam eve gelir gelmez tek bir leke bırakmadan temizlediği elleriyle kızlarını besleyen, az konuşan, mutlu görünen ancak içindeki kederi perdeleyemeyen gözleriyle seyirciye çok şey söyleyen bu adamın dingin yaşamı o sabahlardan birinde, bir manastır çamaşırhanesinde çözülmeye başlıyor.
Kızının gittiği okuldan bir duvarla ayrılan bu manastır çamaşırhanesinin avlusunda ailesi tarafından zorla çamaşırhaneye çalıştırılmaya gönderilen bir kızın feryatlarını duyan Bill, aynı gün yolda alkolik bir adamın fakirlikle boğuşan çocuğuyla karşılaşıyor. Bu iki “küçük vaka”, ilk bakışta önemsiz gibi görünse de kısa sürede “görmememiz, söylememiz, konuşmamamız gereken küçük şeylerle” örülmüş bir öykünün kalbindeki Bill’in çocukluk anılarını deşmeye ve o güne dek yalnızca gece uykusuzlukları olarak kendisini gösteren travmaların tetiklenmesine yol açıyor. Öyle ki o ana kadar kasabanın üzerine çöken kasvetli havanın yarattığı belli belirsiz ağırlık, İrlanda’nın karanlık tarihinden gelen bir toplumsal travmanın izleriyle yankılanıyor. Beş çocuğuyla birlikte kendi çocukluğunun yükünü sırtlamış bir adamın üzerine, bir araba dolusu kömür çuvalı gibi çökmesine neden oluyor.
İSTİSMAR VE TECAVÜZ
İşte İrlanda’da, 18. yüzyıldan 20. yüzyılın sonuna dek var olan ve evlilik dışı ilişkiye giren kadınların toplum tarafından dışlanarak zorla gönderildikleri, korkunç şartlarda çalıştırıldıkları, istismara ve tacize uğradıkları ve hatta öldürüldükleri, dehşetiyle ünlü Magdalene Çamaşırhaneleri vakası böylelikle gizlendiği manastırın kömürlüğünden açığa çıkıyor. Kendisi de evlilik dışı doğan ve yalnızca şanslı oldukları için çamaşırhaneye gönderilmeyen Bill ve annesinin yaşadıkları geçmişe dönüşlerle gösterildiğinde ise Bill’in kabuk bağlamış yaraları yeniden kanamaya başlıyor. Noel ışıklarının, karanlığını aydınlatmaya yetmediği bu kasaba, yaşananları görmezden gelmeyi sürdürürken ve onun da kendileriyle birlikte suça ortak olmasını beklerken Bill, çocukluğunda çok sevdiği Charles Dickens’ın David Copperfield’ını o Noel yeniden okumak istiyor çünkü meydan okuması gereken koca bir kasaba, bir kilise, belki de bir devlet, ahlaksız bir düzen ve vicdan yoksunluğu var ve mücadele etmenin tek yolu bir Dickens karakterinde gizli…
Boğaziçi Film Festivali’nde izlediğim Tim Mielants imzalı “Böyle Küçük Şeyler”, durgun ve yalın anlatısının gücünü tam da burada alıyor: Karakterinin mizacıyla uyumlu biçem, Magdalene Çamaşırhaneleri’nde ve manastırda yaşananları göstermeye gereksinim duymadan gerçekliğin yarattığı dehşet ve korkutuculuğa güveniyor. Cillian Murphy’nin yüreğinizi burkan performansıyla sağlamlaşan öyküsünün gamını, yalnızca onun yüzünden görmemizi istiyor. Finaliyle zarifleşen, karakterinin sükûnetiyle başkaldıran, acı dolu bir hikâye bu. Tarihin, toplumun ve insanın karanlığı, ekran karardığında tüm gücüyle üzerinize çullanıyor.
Puanım: 7.5/10