Birinci adımı 22 Haziran 1919 tarihli Amasya genelgesiyle ortaya konan direniş ruhudur. Milli Mücadelenin ilk işaret fişeği budur. O günlerde ıssız dağ başlarında yanan çoban ateşleri dışında Anadolu yaylasında bir ışık parlamıyordu. Samsun’a çıkınca gemileri yakan Mustafa Kemal bu işaret fişeği ile tarihsel bir misyonu da yüklenmiş oluyordu. Aynı günlerde Yunanlılar da İzmir’e çıkmıştı. Müttefikler, amaçlarına hizmet için iki kukla (veya alet) kullanacaklardır. Birisi Osmanlının bütün uzuvlarını felce uğratıp paylaşımı kolaylaştırmak için Yunan işgalini teşvik eden Lloyd George idi. İkincisi de Mustafa Kemal’in müfettiş olarak atanmasına rıza gösterip İstanbul’dan uzaklaştıran Vahdeddin idi…
Mustafa Kemal Amasya tamimi ile acz içindeki hükumeti uyarıp milletin azim ve kararını ortaya koyduktan sonra Erzurum Kongresine katılmak için Amasya’dan ayrıldı. Karabekir Paşa’dan davet almıştı. Geri dön telgraflarını oyalaya oyalaya zaman kazanarak Erzurum’a geldi. Ancak hükumetin telgrafları Erzurum’da baskıya dönüşmüştü.
Sine-i Millete dönüş
Göreve atanalı iki ay olmadan Saray telgrafıyla azledildi( 7/8 Temmuz 1919). Mustafa Kemal azledilmekle başına bela kesilen adamdan kurtulunmuş oluyordu. İkinci bir kararname ile de nişan ve rütbeleri geri alındı. Yani söküldü. Mustafa Kemal ise 9 Temmuzda istifa ederek her türlü makam ve rütbeden sıyrılarak “sinei millete” döndü. Samsun’a çıkarken nasıl gemileri yakmışsa şimdi de köprüleri atıyordu. Ancak “Sine-i millete” dönüş demek, mücadeleyi bırakmak anlamına gelmiyordu.
Mustafa Kemal’i önceleri önemsemez görünen İngilizler, Erzurum ve Sivas Kongreleri sonrasında Anadolu hareketinin ciddiyetini kavramış oldular. Onların gözünde, artık Mustafa Kemal asi bir general olmuştu…
Milli Mücadeleyi ateşleme gücüyle önemli bir yere sahip olan Erzurum Kongresini, Vilayat-ı Şarkıyye Cemiyeti’nin Erzurum şubesi toplamıştı. Paris Konferansında Doğu vilayetlerinde Ermenilere bir yurt verileceği duyulunca Erzurum milliyetçileri harekete geçmişti. Bu proje gerekirse silahlı çatışma da göze alınarak önlenmeliydi. Kongreye katılan ikinci etkin grup Trabzon Müdafaai Milliye Cemiyeti üyeleriydi. Bunları tedirgin eden husus da Karadeniz kıyısında hayali bir Rum Pontus devleti kurulma projesiydi.
Erzurum Kongresi Meşrutiyetin yıldönümü olan 23 Temmuzda toplandı. 3 Temmuzdan beri Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa bu kongreye katılıp yol gösterici olmak istiyor, ancak delege olmadığı için Kongreye katılamıyordu. Bunu sağlamak için kendine Cemiyetin “heyet-i faale reisliği” verildi. Böylece hem kongreye katıldı hem reisi olması sağlandı. En büyük desteği de Karabekir ve Raif Efendiden (Dinç) alacaktır. (Prof. Doğan Kuban’ın akrabası olan Raif Hoca TBMM açılınca Müdafaai Hukuktan ayrılıp Muhafazai Hukuk Cemiyetini kuracak, yolunu Mustafa Kemal’den ayıran ilk medreseli olacaktır.)
Uyulmayan emir
Kongrenin toplandığı günlerde Damat Ferid Paşa istifa ederek hükumeti gene kendisi kurmuştu (21 Temmuz). Harbiye Nazırı Nazım Paşa ve Dahiliye Nazırı Âdil Bey’in ilk işi Mustafa Kemal’in “ mahfuzen Dersaadet’e gönderilmesini” istemek oldu. Ancak vilayet de kolordu kumandanı Karabekir Paşa da hükumetin bu emrine uymadılar. Vali vekili Kadı Hurşid Efendi şöyle yazmıştı:
– “… Milletin teveccühüne mazhar olan Mustafa Kemal Paşa’nın kanuna mugayir hali olmadığı için mahfuzen izamlarına kalkışmak doğru değildir.” Karabekir Paşa daha vatanseverdi: “ hidemat-ı vatanperveranesiyle hürmet-i mahsusa kazanmış vatansever bir zat olan Mustafa Kemal’in tevkifine kanuni bir sebep yoktur…”
23 Temmuzda açılan ve 14 gün süren Erzurum Kongresi, bir Tüzük ve Beyanname yayınlayarak 7 Ağustos 1919’da dağıldı. Alınan kararlar özetle şöyleydi:
1 – Millî hudutlar içinde bulunan vatanın her parçası birbirinden ayrılamaz bir bütündür.
2 – Her türlü yabancı işgale karşı Osmanlı Hükûmetinin dağılması halinde, millet topyekün mukavemet edecektir.
3 – Vatanın ve istiklâlin korunması için İstanbul Hükûmeti muktedir olamazsa, geçici bir hükûmet kurulacaktır. Hükûmetin üyeleri Millî Kongre tarafından seçilecektir.
4 – Kuvâ-yı Milliye’yi âmil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır.
5 – Hıristiyan unsurlara siyasî bağımsızlık ve imtiyaz verilemez.
6 – Manda ve himâye kabul olunamaz.
Erzurum Kongresi ne Türkiye’de ne başka bir Doğu ülkesinde görülmemiş bir silkiniş, aldığı kararlar da Türk Milli Kurtuluş hareketinin önemli bir çıkış noktasıydı. Vatanın bölünmesi reddedildiği gibi, eğer İstanbul bundan aciz kalırsa milli bir hükumet kurulacağı da belirtiliyordu. Amasya genelgesinin bir adım ilerisi sayılabilir. Bir bakıma Misak-ı Millinin temelleri atılmış, bir ay sonra toplanacak Sivas Kongresinin gündemi de belirlenmiş oluyordu. Aslında Sivas Kongresinde gündeme gelecek Amerikan mandacılığı da açıkça reddediliyordu. Sonuç olarak bu kararlar, maddi olarak değilse de getirdiği fikirler bakımından kuva-yı milliyenin ilk hareket noktası sayılabilir.
Erzurum Kongresinde Mustafa Kemal karşıtı müzmin muhalifler de vardı, ancak Raif Hoca ve Karabekir’in desteği ile bunlar aşıldı. Kongre zabıtları incelenince görülür ki, Mustafa Kemal’in delegeleri yönlendirici etkileyici gücü oldukça yüksektir. Eğer kongreye Mustafa Kemal riyaset etmeseydi, Doğu bölgesi eşrafı ülke savunması için ne kadar azimli olursa olsun, milli mukavemetin bütün ülkeyi kapsayacak şekilde düşünülmesi ve gerekirse milli bir meclisin toplanması fikri, bu kadar açık şekilde beyannameye yansımayabilirdi.
Mustafa Kemal Erzurum’a giderken kongre başkanı seçileceğini bilmiyordu. Onun kafasındaki asıl proje Sivas Kongresini toplamaktı. Siyasal kaderi Erzurum’da da da fırsat sunacak, hem başkan olarak kongreyi yönetecek hem heyet-i temsiliye reisi seçilecektir. Erzurum Kongresi kapanınca alınan kararların yürütülmesi için dokuz kişilik bir Temsil Heyeti seçilmiştir (24 Ağustos 1919). Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, Raif Efendi, İzzet Bey, Servet Bey, Şeyh Fevzi Efendi , Bekir Sami Bey, Sadullah Efendi ve Hacı Musa Bey.
Seçilen bu üyeler 4 Eylülde açılacak Sivas Kongresine katılacaktır. (Sadullah Efendi ve Musa Bey hariç). Şunu ifade edelim ki, Erzurum Kongresinin Sivas Kongresinden farkı bölgesel nitelikli olmasıydı. Sivas Kongresinde ise Anadolu’yu bir bütün halinde kurtarmak, tüm direniş örgütlerini tek merkezli mücadeleye hazırlama iradesi ortaya konacaktır. Antep, Urfa, Çukurova, Trakya ve Ege bölgesindeki örgütler bir merkezden yönetilmese, teker teker ezilebilirlerdi.
Mustafa Kemal’in omuzlarında
Şurası tartışılmaz ki, Milli bağımsızlık fikrinin önderliği ve bayraktarlığı Erzurum Kongresinden sonra hep Mustafa Kemal’in omuzlarında kalacaktır. Ardından Sivas Kongresi, bunun ardından seçimlerin yapılması, TBMM’nin açılması ve mücadeleyi taçlandıran Büyük Taarruza kadar uzanan bir süreç… Hemen ardından ülkenin kaderinin sonu değil başlangıcını sembolize eden Lozan’ı yöneten diplomatik strateji… Hepsinden önemlisi saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı… 600 yıllık bir saltanat ve teokrasi ardından, bütün devrimci hamleler tarihin doğurduğu adamın önderliğinde gerçekleşecek ve bu adımlar yeni Türkiyenin temel taşlarını oluşturacaktır.
Erzurum Kongresini anlamak için o günlerden günümüze uzanan başka bir yolumuz daha var ki, Mustafa Kemal’in Anadolu yolculuğunu tersinden okumaktır. Sarışın Paşa ortaya çıkmasa Milli Mücadele acaba hangi mecralara sürüklenirdi? Fatih gemilerini karadan yürütmese, Kostantinopol İstanbul olur muydu? Büyük Taarruz hezimetle sonuçlanıp Yunanlılar Ankara’ya dayansa, onu hain sayıp çarmıha gerecek Çolak Selahaddin gibi kindar muhaliflerimiz yok muydu? Elbette vardı. Bir soru daha: Bu Hareketin başında eğer Sarışın Paşa olmasa, Sevr tuzağı ve muhtemel gelişmeler bizi nerelere sürüklerdi? Anadolu görevi Mustafa Kemal’e değil de Karabekir’e verilse bizi hangi akıbet bekliyor olabilirdi? Karabekir Paşa, Rauf Bey, Ali Fuat Paşa onun yerini doldurabilir miydi? Milli Mücadelenin arkaplanında yaşanan olay ve olgular ne yazık ki bize olumlu cevap veremiyor.
Hazin nokta
Kehaneti çağrıştıran sanal sorularla yüz sene önceki olay ve olguları yorumlamak fazla açık kapı bırakmıyor. Çünkü olaylar tekrar yaşanmayacak şekilde tarihe karışmış, medrese bilincinin geldiği nokta, kağnı arabasıyla mermi taşıyan Şerife Bacı’ları algılama aczine düşmüştür. Her devrim gibi Türk devriminin de karşı çıkanları olmuş, en yakın arkadaşlar bile yollarını ayırmıştır. Yol ayrımının en hazin noktası ne var ki Cumhuriyettir. Yüz sene öncesine yabancı vicdanlar ve nankör bilinç yapısı, 600 yıllık feodal saltanat ardından gelen Cumhuriyeti paranteze alma hevesindeler. Kafasını kaldırıp İslam dünyasına bakamıyor. Medrese öğretisi ve Hurma kültüründe yetişmiş siyasal İslamcılar, nasıl anlasın, neresini kavrasın ki, aydınlanmayı hedef almış Laik Cumhuriyet nedir, devrimler ne menem şeylerdir?!
Bu kongre vesilesiyle Cumhuriyetin banisi ve İslam dünyasının ilk devrimcisi “monadik beyinli” adamı günümüz karşı devrimcilerine bir daha hatırlatmak elbette görevimiz olacaktır…