Tristan da Cunha, Güney Atlantik Okyanusu’nda yer alan, dünyanın en izole yerleşim yerlerinden biri. Bu volkanik ada grubu, Güney Afrika’nın 2 bin 800 kilometre açıklarında konumlanıyor. Ortalama 12 kilometre çapında ve 98 kilometrekare alana sahip olan ana ada, dairesel bir şekle sahip.
Ana adanın yanı sıra Gough, Erişilemez, Nightingale, Alex ve Stoltenhoff adaları da bu takımadayı oluşturuyor. Dağlık bir yapıya sahip olan ana adanın en yüksek noktası, 2 bin 82 metre yüksekliğiyle Kraliçe Mary Tepesi olarak biliniyor. Diğer adalar ise genelde ıssız ve yalnızca Gough Adası’nda bir hava istasyonu bulunuyor.
1506 YILINDA PORTEKİZLİ KÂŞİF ADAYI KEŞFETTİ
1506 yılında Portekizli kâşif Tristao Da Cunha tarafından keşfedilen adanın adı, keşif sonrası ona atıfta bulunarak verildi. 140 yıl sonra, Heemstede mürettebatı ilk kayıtlı karaya çıkışı gerçekleştirdi. Tristan da Cunha’ya kalıcı olarak ilk yerleşen, Jonathan Lambert Bey, burayı kendi mülkü ilan etti. Ancak, iki yıl sonra bir tekne kazasında hayatını kaybetti.
Bugün, nüfusu yaklaşık 236 olan Tristan da Cunha, dünyanın en uzak nüfuslu yerleşim yerlerinden biri. Toplum, aile odaklı bir yapıya sahip ve adadaki tüm topraklar ortak mülkiyet. Geçim kaynakları arasında tarım, ticari balıkçılık ve turizm yer alıyor. Adalılar hem çiftçilik yaparak hem de balıkçılıkla uğraşarak geçimlerini sağlıyor.
34 yaşındaki Kelly Green de yakın zamanda Tristan da Cunha’ya taşınanlardan biri… Babası diplomat olduğu için çocukluğunda birçok farklı ülkede yaşayan Green, Tristan da Cunha’da kurduğu hayatın her şeyin ötesinde bir deneyim haline geldiğini söylüyor.
İşte Kelly Green’in Business İnsider’da Tristan da Cunha’daki hayatla ilgili kaleme aldığı yazı…
ADAYA ULAŞIM YILDA YAKLAŞIK 10 SEFER DÜZENLEYEN ÜÇ FARKLI GEMİ İLE SAĞLANIYOR
Babam bir diplomattı ve çocukluğum boyunca ailem sürekli taşındı. Antigua, Bangladeş, Mozambik ve Kenya gibi çeşitli ülkelerde büyüdüm. Bu farklı kültürler ve yaşam tarzları, beni her zaman etkilemişti. 2010 yılında, 20 yaşındayken İngiltere’de bir havayolu şirketinde uçuş görevlisi olarak çalışmaya başladım. O yıl babam, ‘Yedi Denizlerin Edinburgh’una yeni bir görev aldı.
Başlangıçta babamın İskoçya’ya taşındığını düşündüm ama daha sonra öğrendim ki ‘Yedi Denizlerin Edinburgh’u’, dünyanın en izole yerleşimlerinden biri olan ve sadece 236 nüfusa sahip Tristan Da Cunha idi. Bu adaya ulaşmak için önce Güney Afrika’nın Cape Town şehrine uçmak, ardından da 7 ila 10 gün boyunca Güney Atlantik Okyanusu’nda seyahat etmek gerekiyor. Adaya ulaşım, yılda yaklaşık 10 sefer düzenleyen üç farklı gemi ile sağlanıyor. Gemilerden ikisi 12 yolcu kapasitesine sahipken, bir tanesi 40 yolcu taşıyabiliyor.
2012 yılında ailemi ziyaret etmek için altı haftalık bir tatile çıkmaya karar verdim. Adada ilk karşılaştığım kişi Shane adında biriydi; bagajıma yardım etti. Daha sonra, adanın tek pub’ında tekrar karşılaştık. Adadan ayrıldıktan sonra, Shane ile her gece telefonda konuşmaya devam ettik. İlişkimizin ikinci yılında, birlikte yaşamaya başlamamız gerektiğini hissettim.
Tristan Da Cunha’da yaşama isteğim, hayatım boyunca sık sık taşınmamın getirdiği bir rahatlıkla birleşti. 2013’ün sonlarına doğru eşyalarımı toparlayıp adaya taşındım. Shane, dış tuvaleti olan iki yatak odalı bir ev inşa etti ve birlikte bir aile kurduk.
ADADA HER ŞEYDEN BİR TANE BULUNUYOR; BİR OKUL, BİR HASTANE, BİR BANKA…
Tristan Da Cunha’da sadece bir okul, bir postane, bir turizm merkezi, bir hastane, bir banka, bir kafe ve bir pub bulunuyor. Burada her şey sınırlı ama en çok da insanın burada kendisiyle yüzleşme fırsatı yakalamasını seviyorum.
Adalılar, kendi kendine yetebilen bir topluluk oluşturmuş durumda. Çiftçilik ve balıkçılık sayesinde geçimlerini sağlıyorlar; özellikle ıstakoz, adanın en büyük gelir kaynağını oluşturuyor.
Adalılar aynı zamanda kendi ürünlerini yetiştiriyor ve inek, koyun, tavuk ve ördek besliyor.
Burada sunulan özgürlük beni çok etkiliyor. Her öğleden sonra 3 ya da 4 kilometre yürümek için dışarı çıkıyorum ve kimseye çarpmıyorum. Bu, İngiltere’deki yaşamımdan çok daha huzurlu ve sakin.
İngiltere’de gece ikide kalkarak Gatwick Havaalanı’na ulaşmak için bir saatten fazla yolculuk yapar, 16 saatlik vardiyalarda çalışırdım. Şimdi, adanın turizm şefiyim ve ofisime yürümek sadece iki dakikamı alıyor. Buraya çok fazla turist gelmese de kruvaziyer sezonunda nüfus dört katına çıkabiliyor; yıllık yaklaşık 900 turist adayı ziyaret ediyor.
Şehir yaşamını geride bırakmak beni rahatsız etmiyor ama İngiltere’nin bazı yönlerini de özlüyorum. Orada, dükkâna gidip hazır bir yemek almak çok kolaydı; burada ise bunu yapamıyorsunuz. Bu tamamen farklı bir yaşam tarzı. İthal malların fiyatları da oldukça yüksek; Güney Afrika’dan gelen mallar yüzde 75, İngiltere’den gelenler ise yüzde 95 oranında zamlı. Normalde 650 dolara mal olan bir buzdolabını, nakliye ücretleri nedeniyle 1100 dolara sipariş etmek zorunda kaldım.
‘ÇOCUKLARIM ÇOK MUTLU’
Yine de burada kendimi İngiltere’den daha çok evimde hissediyorum. Bunun nedeni, belki de dünyanın dört bir yanında büyümüş olmamdır. Şu an adada 10 yaşında bir kızım ve 3 yaşında bir oğlum var. Onları burada büyütmek konusunda kendimi güvende hissediyorum. Onlar da çok mutlu. İngiltere’de küçük bir çocuğun tek başına sokağa çıkmasına izin vermezdim; ama burada, her zaman onlara bakan biri var. Oğlum evdeyken bahçede oynayabiliyor.
Gelecekte, çocuklarımın yurt dışında eğitim almasını ve diğer ülkelerde yaşamayı deneyimlemesini teşvik edeceğim. Tristan da Cunha’da yaşamaya karar vermem, onların burada sonsuza kadar kalacağı anlamına gelmiyor. Dışarıda keşfedilecek çok şey var ve benim yaşadığım deneyimleri onların da yaşamalarını istiyorum.
Fotoğraflar: Alamy