Gotham’ın uzun yıllar belediye başkanlığını yapan Don Mitchell Jr.’ın açılıştaki katli, kentin yeraltı dünyasını kontrol eden ailenin başındaki Carmine Falcone suikasti ve finalde fakir mahallerin sular altında kalacağı terör eylemi…
Matt Reeves’in 2022’de çektiği “The Batman” filminin dönüm noktalarına işaret eden bu olaylar, tüm bu kaosun sorumlusu The Riddler’ın yarattığı güç ve iktidar boşluğunun nasıl doldurulacağı sorusuyla seyircisini baş başa bırakmıştı. Batman ve Riddler’ın görkemli çekişmesinde Gotham’ın kirli ve kokuşmuş arka sokaklarında karanlıkta kalan bir karakterin, The Penguin’in göze çarpması olanaksızdı. Ne de olsa kimsenin “görmediği” bir karakterdi, filler tepişirken altında ezilen çimenden farksızdı…
İşte bu üç ana başlık önce “The Batman”deki kısacık rolündeki performansıyla kendi serüvenini yaratan, ardından da Gotham’ın yeraltı dünyasının yeni kralı olmaya ant içen The Penguin, namı diğer Oswald Cobb’ın yükseliş öyküsünün de sacayaklarını inşa ediyor. Sekiz bölümlük bu HBO dizisi, “The Batman” ile kurduğu gevşemeye yüz tutmuş bağlarını açık etmek için önce belediye başkanının ölümü ardından Falcone suikasti ve kentin sular altında kaldığı olayların kısa özetiyle açılıyor. Ardından özgün öyküde Batman’in bıraktığı sahnede yeraltı dünyasının müstakbel “prensi” The Penguin’i görüyoruz. Yıllarca Falcone’ların şoförlüğünü yapmış, kimsenin umursamadığı Oz, açığa çıkan lider boşluğunu değerlendirmek istiyor ancak bu sandığı kadar kolay değil. Çünkü karşısında ona bazen rakip bazen de müttefik olarak bulacağı tıpkı Oz gibi, Falcone’ların en zayıf halkası Sofia Falcone var. Ve bu ikilinin karşılıklı dansı, The Penguin’i klişeleşmiş suç hikâyesi olmaktan çıkarıp zayıflıklarıyla güçlenen, ebeveynleri tarafından sevilmemeleri yüzünden gereksinim duydukları onay duygusuyla her şeyi harcamaya hazır iki anti kahramanın yükseliş destanına dönüştürüyor.
Ancak bu cümleler, “The Penguin”in sırf bir köken hikayesi olduğu veya Oz’un ve Sofia’nın travmalarıyla bezeli ve tümüyle ona dayanan bir anlatı olduğu yanılgısına kapılmanıza izin vermesin. Çünkü “The Penguin”, karakterlerinin geçmişlerinin asla olay örgüsünün ve bir suç öyküsü olmasının önüne geçmesine izin vermiyor. Evet, hikâye boyunca hem Oz’un hem de Sofia’nın ebeveynleri ile ilişkilerini, dönüşüm hikayelerini izliyoruz. Ancak öykünün çeperi tümüyle Gotham’ın suç ağıyla çevrili yolsuzluk döngüsünü gözler önüne seriyor. Ancak bunun yanında öykü bize koskoca kente hükmetmeye ikisi de yeterli olmayan, her ikisi de aileleri tarafından sevilmediği için katılaşan, katılaştıkça iyi olduğunu daha fazla göstermeye gayret eden, birbirinin aynısı muhteşem iki anti kahraman portresi sunuyor. Sofia, haksızlığa uğradığı için dönüşüyor. Oz, haksızlık yaptığı için… Biri Tony Soprano gibi annesiyle saplantılı, diğeri babasıyla. Oz, “iyiliğini” kanıtlamak adına Victor isimli bir çocuğu yanına alıyor, bir süre baba-oğul ilişkisi kurmaya çalışıyor. Sofia, kuzenin kızına “iyilik” yaptığını göstermeye… Onları tetikleyen güç arzuları, “The Penguin”i bu yılın en heyecan verici öykülerinden birine dönüştürüyor.
ÖDÜLLERDE FAVORİ
Lauren LeFranc’ın yarattığı “The Penguin’in”, bu yılki ödül sezonunun gözde yapımlarından olacağına kesin gözüyle bakılabilir. Ancak benim açımdan asıl göz kamaştırıcı olan yalnızca Colin Farrell’ı tanınmaz hale getiren fiziksel dönüşümünün ötesine geçen kusursuz performansı değil Cristin Milioti’nin gözlerinizi ayıramayacağınız, pek çok sahnede Farrell’dan rol çalmayı başarabilen şovu. “The Penguin” gibi bu denli “insanlaştırılmış” kötüler elbette çok çekici ancak Milioti’nin Sofia Falcone’u, pek çok ünlü kötüden daha çarpıcı bir yorum sunuyor. The Penguin’i, BluTV’de izleyebilirsiniz.
Puanım: 8/10