Belki bir kısmınız kendisiyle yeni tanışacak ama Özge Ürer kendi türü içinde çok önemli bir müzisyen. Ülkemizde icrası pek yaygın olan reggae türünde şarkılar üretiyor ve bu şarkılar ülkemizin müziğiyle, sözü ve sesiyle bezenmiş biçimde dinleyici ile buluşuyor.
– Bildiğim kadarıyla oldukça renkli ve sıradışı bir yaşamınız var. Peki Özge Ürer kimdir? Okuyucularımıza kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
Özge adının anlamı gibi biraz farklı biri. Yaşama, müziğe ve özgürlüğe tutkuyla bağlı, yaratıcı, bazen biraz asi ama hep pozitif bir ruhum. Küçük yaşlarda başladığım müzik yolculuğumda ilk Türk musikisi eğitimi aldım, keman çalarak başladım müziğe. Büyüdükçe ufkum genişledi ve bana dokunan tüm tarzlarda müzik yapmaya başladım. Başka enstrümanlara ve şarkı söylemeye merakım arttı. Alternatif sahne çatısı altında reggae, pop, drum and bass, elektronik müzik, triphop, hiphop, rock, tradisyonel diye uzuyor… Bu tarzları harmanladığım bir stilim var diyebilirim, “Özge Ürer stili”. (Gülüyor) Renklilik buradan geliyor sanırım. Yaşamım için sıradışı diyemem ama adrenalinli sporlar, karavancılık şehir çocuğu olmaya karşı gibi olaylar var yaşantımızda. (Gülüyor)
– Sanırım size sorulacak sorular müzikle sınırlı olamaz. Çünkü müzikte ifade derken dert edindiğiniz konular sanırım yaşama bakışınızla ilgili biraz da.
Yazdığım şarkılar tabii ki yaşanmışlıklar dolu. Hikâyelerim bazen birebir kendimin, bazen toplumun ortak hisleri, bazen de empati kurduğum, yerine kendimi koyduğum konuları, insanları anlatıyor. Yaşadıklarım, gördüklerim, hissettiklerim, yani hayatın ta kendisi müziğimin hammaddesi. Yaşamın içinde gördüğüm haksızlıklar, insanların birbirine ve doğaya karşı duyarsızlaşması, bazen umut, bazen hayal kırıklıkları birikiyor ve sonunda müziğe dönüşüyor. Bir yandan da reggae gibi güçlü bir türle de kendimi ifade etmek ayrı bir anlamlı. Ülkemizde reggae müzik yapan çok az insanız, kadın olarak numuneyim zaten. (Gülüyor) Reggae şarkılarımın bendeki yeri bambaşka. Reggae zaten özgürlük, barış ve eşitlik gibi konuların müziği. Hislerime hep tercüman olmuştur. Şunu da söylemek isterim; Türkiye’de reggae müzik sevilmiyor değil bence sadece insanlar duyduklarında sevdikleri o müziğin reggae olduğunu bilmiyorlar. Neyse bu derin bi mevzu, başka bir röportaj konusu başlı başına. (Gülüyor)
İÇSEL YOLCULUK İÇİN MÜZİK
– Uzun süredir üretim yapıyorsunuz ve Türkiye’de dinleyici seviyesinde geçerli olan genel dinlenebilirlik eğilimlerini pek uygulamadığınız dikkatimi çekti. Müzikal üretim yapmanızın asıl nedeni nedir?
Az önce de söz ettiğim üzere alternatif tarzları hep çok sevdim ve bu da müziğimin farklı renkleri haline geldi. Şarkılarımın ortak bir “aura”sı mevcut ama kendimi kalıplara asla sokmadım. Müzikle ilişkim maddi zenginlik asla olmadı. Önemli olan müziğin zenginliği ve derinliği. Bu üretimlerin bir gün bir mirasa dönüşmesini istiyorum, asıl amaç bu. Türkçe reggae veya alternatif sahne denince ismim anılsın, şarkılarım tarihe not olsun, arkadan gelen müzisyen kardeşlerime özellikle de kız kardeşlerime esin olsun benim için yeterli. Hatırlanmayacak bin tane şarkı yapmaktansa hazine niteliğinde eserler bırakmalı sanatçılar. Yoksa gerisi bence boş ego, şan, şöhret budalalığı. Müziğimi bir popülerlik yarışı için değil, insanların içsel bir yolculuğa çıkabilmeleri, farklı seslerle yeni hisler keşfetmeleri için yapıyorum. Her şarkıda dinleyiciye yeni bir hikâye sunmak hem yerel hem de evrensel bir dili yakalamak asıl amacım. Türkiye’deki trendlere uzak duruyor oluşum da bundan kaynaklanıyor.
– Zaman içinde giderek daha fazla dijital seslere ve “synth” tarzına yöneldiğiniz dikkatimi çekti.
Evet, doğru bir gözlem. Zamanla dijital seslere ve synth tabanlı tınılara yönelmem aslında doğal bir dönüşümün sonucu. Her şeyden önce müzikle kendimi sürekli yenilemeyi seviyorum. Yeni sesler, teknolojiler ve dijital dünyanın sunduğu sonsuz olanaklar beni hep cezbetti. Synth’lerin, dijital dokuların sunduğu geniş ifade alanı müziğime farklı bir derinlik katıyor ve duyguları farklı bir açıdan yansıtmama imkân tanıyor. DJ’liğe merak salmamın da buna etkisi büyük son dönemde. Bir yandan da kent yaşamının, çağdaş dünyanın yoğun temposu, karmaşası ve bazen de soğukluğu müziğime dijital bir renk olarak yansıdı. Analogla dijital arasında bir köprü kurmak her iki dünyanın da enerjisini hissettirmek hoşuma gidiyor.
KARAVANDA YAZILAN ŞARKI
– Son olarak “Kafam Kaçıyor”u ve “Unutmam II”yi dinleyicilerle buluşturdunuz. Bu iki tekliniz hakkında neler söylersiniz?
“Kafam Kaçıyor” safiyane bir Türkçe reggae şarkısı. Bu yaz karavanda yazdım şarkıyı. Bu gözler neler gördü desem, doğa katliamı manasında diyorum. Düşünün ülke cennet ama saygısı yok ki insanın. Sadece o da değil; kadına, çocuğa, kendine, başkasına, hiçbir şeye saygı kalmadı, kibrinden kör oldu insanlar. Kafa kaçması burada canım sıkılıyor, tadım kaçıyor, içim daralıyor anlamında, zaten şarkı “bıktım saygısızlıktan” diye başlıyor. Pozitif tınılarla bu konulara olan eleştirimi dile getirmeye çalıştım. “Ortak hislerimize tercüman olmuşsun” en çok aldığım yorum oldu. “Unutmam II”de ise Türkçe sözlü “drum’n bass” parçalarından birine imza attık, NitroKIDD ile yine yapılmayanları yapma peşindeyiz. Çünkü seviyoruz bu tarzları. Konusu ise ilişkilerdeki hayal kırıkları üzerine. “Affederim belki ama unutmam” diyor sanatçı. (Gülüyor)
FARKLI SESLER ÖZGÜN BİR TARZ
– 2016 çıkışlı “Duvar” ve 2022 çıkışlı “Urbanist” albümleriniz ile ikisinin arasındaki üretimleriniz dünyadan farklı seslerle harmanlanmış özgün bir müzikal kimlik oluşturuyor. Bu kimlik nasıl biçimlendi?
İki albümde de birçok değerli müzisyen ve prodüktör ile çalıştım. Birçoğu zaten şu anda ülkemizin önde gelen müzik insanları: Da Poet, Emre Malikler, Emre Kula, Da Frogg, Onur Başkurt… Uzayıp gidiyor bu liste. Ve yurtdışı temaslarım ve katıldığım etkinlikler oldu. Digital dünyanın da sınırları kaldırmasıyla Londra, Berlin, Tokyo, Genova, Paris ve New York’tan prodüktörlerle ve sanatçılarla ortak tekliler, uzunçalarlar yayımladık yine birçok farklı tarzlarda. Yapmaya da devam ediyoruz. Yakında yayımlanacak 2 tekli geliyor, İtalyan sanatçılarla yaptık.