Engin Altan Düzyatan, nasıl dolandırıldığını anlattı- Magazin haberleri



Kıyametin kopacağına inanan bir grup insan izole edilmiş bir otele yerleştirilir. Taksici ‘Nuh’ da son anda da olsa onlardan biridir. Sonra da olaylar başlar…

Dispotik, macera ve komedi ögeleriyle bezeli ‘Dünya Varmış’ adlı sinema filminin senaryosunu

Sarp Bozkurt ile Ali Adnan Özgür yazdı.

Ali Adnan Özgür’ün yönetmenliğini de yaptığı ‘Dünya Varmış’ta başrolleri; Engin Altan Düzyatan, Sarp Bozkurt, Melisa Şenolsun ve Ece Sükan paylaştı.

Engin Altan Düzyatan ile Sarp Bozkurt, Habertürk‘e verdikleri röportajda çarpıcı açıklamalarda bulundu. O açıklamalardan biri de nasıl dolandırıldıklarıyla ilgili…

• Sarp, sen senaryo yazarlarından birisin, proje nasıl ortaya çıktı?

Sarp Bozkurt: Aslında bu dünya, aynı zamanda yönetmenimiz olan Ali Adnan Özgür’ün kafasında zaten vardı. Filme dair sadece ‘Nuh’ karakteri vardı ve onun taksici olacağı vardı. Ben, aslında distopik hikâyelerin ne çok izleyicisiyimdir ne de meraklısıyımdır. O aslında dünyayı kurdu, ben de insana dair olan şeyleri eklediğimi söyleyebilirim. Çünkü benim dikkatimi çeken şey, insan. Genelde filmdeki bu bireysel psikolojiye dair şeyler dikkatimi çekiyor. Daha doğrusu, bunları işlemeye çalıştık. Sonuç olarak dünyanın sonu geliyor ve yeni bir medeniyet başlayacak. Bu yeni medeniyet bir otelde başlayacak ve bunu başlatacak yaklaşık bin küsur kişi var. İçeri girdikten sonra kahramanlarımız geçmişleriyle yüzleştiriliyorlar ve garip bir şeyler olduğunu anlıyoruz ve bunun gizemini çözmeye çalışıyoruz.

“MERAK TAKTİĞİYLE YAZDIK”

• Filmin türünü nasıl tanımlayabiliriz?

Sarp Bozkurt: Komik öğeler içeren bir macera filmi olduğunu söyleyebiliriz. İzlerken başından sonuna kadar merak edecek bir şey bulunacağını umuyorum. Çünkü senaryoyu, bir şeyin ucunu verip sonra devamını merak ettirme gibi bir taktikle yazdık. Macera – komedi türü olarak tanımlayabiliriz.

“YENİ BİR DÜZEN KURULMAYA ÇALIŞILIYOR AMA… “

• Teklif geldiği zaman filmin hangi özellikleri seni çok etkilediği için bu filmde olmak istedin?

Engin Altan Düzyatan: Ben Sarp’ın aksine distopik hikâyeleri çok severim. Vizyonda on tane film varsa ve bir tanesi distopik ise ilk başta onu tercih ederim. O yüzden distopik hikâyeler benim ilgimi çekiyor. Bu filme tam bir distopya da diyemeyiz. Çünkü içinde tam olarak distopya diyebileceğimiz bir matematik yok. Distopya, macera, komedi, üçünü de bir arada barındıran bir hikâye… Ben farklı işleri oynamaktan çok zevk alıyorum ve kariyerim boyunca da buna çok dikkat ettim. Bunda da farklı bir şey oynama şansım vardı ve bu, beni cezbetti. Bir taksi şoförü ama bir anda hasbelkader dünyanın sonuna şahit olmaya doğru giden bir adam… Çok da güzel bir repliği var: “Bir insan tesadüfen nasıl dünyanın sonuna şahit olur?” diyor ki gerçekten de tesadüfen dünyanın sonuna şahit oluyor. Bakıyor ki içerideki düzenle dışarıdaki düzen aynı. Yeni bir düzen kurulmaya çalışılıyor ama kast sistemi hâlâ devam ediyor. Birileri, birilerine hizmet etmeye devam ediyor. “Yeni düzen kuruyoruz ve hâlâ bu düzen devam ediyor, ben buna karşı çıkarım” diyor ve bir şekilde bir isyan başlatıyor. Farklı bir hikâye… Okuduğum diğer hikayelerin dışında bir hikâyeydi. Zekice yazılmıştı. Sonra da işin içine, yaratıcı sürece dâhil olma fırsatım da oldu. O da beni çok heyecanlandırdı. İşin öncesinde, beraber bir yerlere kapanıp hikâye üzerine konuşma, fikirlerimi söyleme fırsatım oldu. Yaratıcı sürece dâhil olunca insan daha da heyecanlanıyor. O yüzden de hikâyenin içinde olmak istedim, iyi ki de olmuşum. Gerçekten çok memnunum.

“TAKSİCİLER FİLOZOF GİBİDİR”

• Taksici rolü için özel bir çalışma yaptın mı?

Engin Altan Düzyatan: İstanbul’a ilk geldiğimde, yedi yıl boyunca otomobil almadım ve her yere taksiyle yolculuk yaptım. O yüzden çok taksici hikâyem var. Orada da ilginç insanlarla karşılaştım. Taksicilerin bir kısmı gerçekten filozof gibi adamlardır. O kadar çok görmüş geçirmişlerdir ki o kadar çok insanla karşılaşmışlardır ki artık hayata bir bakış açıları oluşmuştur. O bakış açılarının içerisinde gerçekten felsefi yaklaşımları vardır. Bu adam da öyle bir adam. Sıradan bir taksici ya da eğitimsiz bir taksici gibi değil de gerçekten de kendine ait bir dünya görüşü olan ve bu dünya görüşünün arkasında kendine göre felsefesi olan bir adam ama bir yandan da mahallenin bıçkın delikanlısı ve o bıçkınlığı da içinde taşıyan bir mahalle çocuğu. Ve bu adam zaten içeri girdiği anda iş komik olmaya başlıyor. Çünkü içinde bulunduğu durum komik oluyor. Bir anda bir taksi şoförünün eline bir cihaz veriyorlar ve burayı takip et diyorlar ama günümüzde aslında böyle bir cihaz yok. ‘Cihaz nedir?’ derken bir anda kendini otelin içinde buluyor. ‘Otelde insanlar ölüyor, garip bir durumla karşılaşıyor’ derken adamın bunu hazmetme süreci ve bu süreç içerisinde yaşadıkları ve etrafını organize etmesi gibi bir hikâyeyle devam ediyor. Ben farklı bir şeyler yapmayı seviyorum. Bu iş de farklıydı ve gerçekten iyi bir farktı. İçinde olmaktan keyif alabileceğim bir işti, iyi ki de olmuşum.

• Hem senarist hem de başrol oyuncusu olarak izleyicinin salondan hangi duygularla çıkmasını umarsın?

Sarp Bozkurt: İzleyicilerin, filmden dostluğun değerini bilerek çıkacaklarına inanıyorum. Dünyanın sonunun geldiği zaman bir otel bile olsa karakterler orada kıymetli vakit geçiriyor. Bir şekilde arkadaş oluyorlar ve eğleniyorlar. Dünyanın sonu gelmiş olsa bile eğlenebiliyorlar. Zira sonunda da öyle, bazı karakterler için mutlu son bazı karakterler için mutlu son olmayabilir. Öyle de bir film aslında ama dostluğun değerini anlayarak salondan çıkacaklarını düşünüyorum. Filmden tebessümle ayrılacaklar.

• Engin, sen izleyicilerin salondan hangi duygularla çıkmasını umarsın?

Engin Altan Düzyatan: Bu filmin sonunun insanlarda gerçek bir etki bırakacağını düşünüyorum. Bu, dostluğun değeri de olabilir ya da gerçekten hayatı sorgulamak da olabilir. “Biz gerçekten hayatın kıymetini biliyor muyuz?” da olabilir ama düşüneceklerini düşünüyorum. İnsanlarda bir etki bırakacağını, bu film üzerine düşüneceklerini ve hayatları üzerine sorular sorabileceklerini düşünüyorum. Açıkçası bu, çok değerli… Çünkü ben, bir filmi izlerken ya da bir kitabı okurken hep aynı şeyi hissediyorum. İçinde olduğum dünyanın dışında bambaşka bir dünya hayal ettiğim zaman o işten zevk alıyorum. Bu bir romanda da böyle, bir filmde de böyle; beni bu dünyadan uzaklaştırdığı zaman zevk alıyorum. Bu film, bizi içinde yaşadığımız dünyadan uzaklaştırıyor. Filmden çıktığımızda da “Evet, bu olabilir. Acaba ben hayatı nasıl yaşıyorum? Gerçekten dünya varmış diyor muyum?” gibi düşünceler oluşabilir. Çünkü hayat gerçekten kıymetli. Bu kıymeti, şehrin içerisindeki bu karmaşada belki kaçırıyoruz. Belki çok fazla uğraşacak şeyimiz var. Bizi dışarıdan dürten çok fazla şey var ve bazen bu hayatın değerini unutuyoruz. Aslında hayat çok değerli bir şey. Filmin, bu değeri insanlara tekrar hatırlatabilecek doneler bırakabileceğini düşünüyorum.

“DOĞADAN KOPTUKÇA SORUNLAR BAŞLADI”

• Evet, filmde hayatın ne kadar kıymetli olduğunun altı kalın kalın çizilmiş. Ben de bıraktğı ana duygu bu oldu…

Engin Altan Düzyatan: İşte bu bizim için çok yeterli… Şehir bizi o kadar sıkıştırıyor ki… Özellikle büyük şehirler bizi doğadan da uzaklaştırıyor. Bence insanoğlu doğadan koptukça sorunlar başladı. Doğadan kopmamamız gerekiyor. Kendimizi dinlememizin yolu, doğa… Doğanın içinde olmakla anca kendimizi dinleyebiliyoruz. O zaman hayatın kıymetini anlayabiliyoruz. Yoksa şehirde, trafiğin içinde, bir yerden bir yere koşturmak zorunda olduğumuz dakikalarda, sosyal medyanın bizi sürekli dürttüğü şeylerle, yaşadığımız hayatın değerini bir şekilde arkaya itebiliyoruz. Günler geçiyor ve anlamıyoruz. Üstelik zaman da çok hızlandı, eskisi gibi değil. 1990’lardaki hayatın akışıyla şu andaki hayatın akışı birbirinden çok farklı. 1990’larda biz yüz elli dakika film seyredip, “Ne çabuk bitti” derdik. Şimdi insanları yarım saat bir şeye konsantre etmeye çalış, edemiyorsun. Çünkü üç dakikalık videolara, otuz saniyelik reels’lara alışıldı. Zaman da çok daha hızlı akıyor ama değerini kaybediyor. O yüzden filmin sende uyandırdığı duyguyu insanlarda da uyandırabilirsek, amacımıza ulaşmışız demektir.

Sarp Bozkurt: Bir de şöyle bir nokta var. Kendinizi içeriden herhangi bir karakterin yerine değil de ‘Nuh’ karakterinin yerine koyduğunuzda daha korkunç oluyor. Her taksiye binişiniz aslında son kez taksiye binişiniz olabilir. Yaşarken bunu hiç düşünmüyoruz.

“ORASI BENİM KRALLIĞIM OLACAK”

• Tüketim çağında yaşıyoruz, sosyal medya hayatımızı kontrol ediyor; sence hayat böyle nereye gider?

Engin Altan Düzyatan: Bence iyi günlerimizi yaşıyoruz… Şu anda yeni bir düzen içerisine girdiğimizi herhalde insanlar anlamışlardır. Biz o teknolojinin olmadığı bir çağda doğduk, kendi oyuncaklarımızı kendimiz yapıyorduk. Dışarıdan oyuncak satın almıyorduk. Ben kaykay yapıyordum. Bunu çocuklarıma anlattığım zaman, “Hadi canım” diyorlar. O zamanlar, zaman çok kıymetliydi. Hayat bambaşkaydı, yaratıcılığımız bambaşka yöndeydi. Şimdi hayat başka bir yöne doğru evriliyor. Hangisi daha iyi, hangisi daha kötü? Bilmiyorum… Açıkçası bununla ilgili bir yorum yapmak da istemiyorum. Şimdi Z kuşağına bakarsan, onlar da bu hayatın içine doğdu. Şimdi bambaşka bir yere doğru evriliyor. Şu an yapay zekâ gittikçe ilerliyor. Yapay zekâ başka bir seviyeye gelecek. Artık kendi içinde yaratıcı bir düzene geçecek. Şu anda hâlâ yaratıcı bir düzen değil. Geçenlerde bir haber okudum, yapay zekâ bir kısıtlanma ve duraklama dönemine girmiş. Bu duraklama dönemini atlattıktan sonra artık yaratıcı bir sürece de geçecek. Şu anda bilgilerimizi topluyor. Şimdi bir senaryo yazdırmaya kalktığın zaman, eli yüzü düzgün olmuyor ama bundan 3 – 5 yıl sonra artık bir yazardan daha iyi bir senaryo yazabilecek bir pozisyona gelecek. Ben umutsuz değilim. Hiçbir zaman hayata umutsuz bakmayı tercih etmedim, bundan sonra da etmeyeceğim. Hayat iki türlü olacak gibi geliyor. Bazı insanlar gerçekten bu sistemi bu düzeni kabul etmeyecekler ve köye yerleşecekler. Hayatı daha basit yaşamaya çalışacaklar. Bir kesim için hayat daha basitleşecek. Zenginler bir gün köyde yaşayacak. Artık şehirde yaşamak istemeyecekler. Artık köylere yerleşip kendi tavuğunu, kendi bitkisini yetiştirecek. O basit hayata geri dönüş olacak. Bunu yapmak istemeyen bir kesim de daha da hızlanan sistemin içerisinde kendilerine yer edinmeye çalışacaklar. Hangisi doğru, hangisi iyi, buna ben karar veremem ama ben köye yerleşecek olanlardanım. Bunu söyleyebilirim. Köye yerleşeceğim. Kendi tavuğumu ve kendi bitkimi yetiştireceğim. Kendi toprağımda oturacağım. Orası benim krallığım olacak. Planım bunun üzerine.

“İŞ GARİP BİR YERE GELDİ”

Engin Altan Düzyatan – Neslişah Alkoçlar Düzyatan çifti, iki çocuk sahibi.

• Zaman planlaman var mı?

Engin Altan Düzyatan: Şu anda da yarı zamanlı öyle yaşıyorum. Şu anda şehrin içinde çok yaşamıyorum. Şehirden biraz daha uzak bir yerde, ormana yakın bir yerde yaşıyorum. Şu anda şehirde vakit geçirmiyorum aslında… Bugün şehre indim ve tekrar inmemeye karar verdim. Çünkü akşam dönüşte trafik var, onun hesabını yapıyorum. Şehre iniyorsam motosikletle iniyorum. Çünkü o trafiğin içinde kaybettiğim vakit bana çok üzücü geliyor. Orada bambaşka şeyler yaşayabilecekken, bambaşka vakitler geçirebilecekken ölen bir vakitmiş gibi geliyor. Kendime şehirden daha da uzak, bir buçuk iki saat uzaklıkta bir toprak parçası da aldım. Oraya ufak tefek şeyleri de koymaya başladım. Tabii çocuklarımın okulları var. Bir yandan da hayatın gerçekleri var. Çocukları bir şekilde okula göndermem gerekiyor. O yüzden bugünden yarına bu sisteme geçeceğim gibi değil ama kendimi yavaş yavaş o sisteme alıştırıyorum. Yavaş yavaş buraya doğru yöneliyorum. Artık kendi ekinimizi kendimiz üretmeliyiz Çünkü dışarıda üretilenler bizim için sağlıklı şeyler olmaktan çıktılar. İş garip bir yere geldi. Çiğ köfteye ceviz koyuyorlar. O bile eskisi gibi değil

• Sarp, sen bu konuya nasıl yaklaşıyorsun?

Sarp Bozkurt: Ben buna hiç romantik bir yerden bakmıyorum, biraz evrim teorisi gibi bakıyorum. Dünya bir yere doğru evriliyor o yüzden bu değişimi geçirmeyenlerin de bir noktada soyunun tükeneceğini düşünüyorum. Her zaman evrim teorisinde ağaç yukarıda olduğu için boyunun uzaması gibi olmuyor, bazen de beyninin değişmesi gerekiyor. Şimdi de böyle bir evrim olacağına inanıyorum. Dünyada teknoloji evrimi yaşanıyor. Bir noktada da güçlünün yaşayacağını, güçsüzün eleneceğini düşünüyorum.

“İSTEMEDİĞİM İŞLER YAPMAK ZORUNDA KALABİLİRDİM”

• Profesyonel kariyerinin yirmi üçüncü yılındasın. Neler hissediyorsun?

Engin Altan Düzyatan: Mutlu bir yolculuk yaşadım. Şanslı bir kariyerim oldu. Çok erken yaşta çok büyük oyuncularla çalışma fırsatım oldu. İlk yaptığım işlerden birinde Tarık Akan ve Zihni Göktay ile çalıştım. Çok önemli oyuncularla çalışma fırsatım oldu. ‘Koçum Benim’den önceki ilk yaptığım işte de Haluk Bilginer ile çalıştım. Çok büyük oyuncularla çalışma fırsatı elde ettim ve doğal olarak onlardan çok şey öğrenme şansım oldu. Zaten bu işi okudum. Bu işi yapmak üzerine eğitim aldım. Bu bitmeyen bir süreç. Her yaştaki oyunculuğun, bir önceki yaşa göre değişiyor. Çünkü sen değişiyorsun ve ilerliyorsun. Şanslı bir kariyer başlangıcım olduğu için çok erken yaşta işlerimi seçebilme şansı elde ettim. Doğal olarak da yaptığım her işin arkasında durabiliyorum. Hayatımı devam ettirebilmek için istemediğim işler yapmak zorunda da kalabilirdim. Çok iyi oyunlarda oynadım. Çok iyi oyuncularla, çok iyi yönetmenlerle çalıştım. İnsanların ufuklarını açabilecek işler yaptım. O yüzden ben kendimden razıyım ama tabii ki benim razı olmam hiçbir şeyi değiştirmiyor. Sonuçta size bunu bir şekilde izleyicilerin teveccüh etmesi gerekiyor. Şimdiye kadar da ettiler. Bunun karşılığını sokağa çıktığım zaman da, yurt dışına gittiğim zaman da görüyorum. Bu çok değerli. Şimdi de bunu koruyabilmek ve aynı yelpazeyi devam ettirebilmek gerekiyor. O yüzden bundan sonra işim biraz daha zor.

“ZİRVEDE BİR KAÇ KİŞİYE YER VAR”

• Bu durum stres yaratıyor mu?

Engin Altan Düzyatan: Tabii ki stres yaratıyor. Meşhur bir laf vardır; “Zirveye çıkmak kolaydır ama orada kalmak zordur”… Bu iş de öyle. Çünkü zirvede birkaç kişiye yer var. Her an oradan düşebilirsiniz. O yüzden de bizim kariyerimizde doğru işleri seçmek önemli. çocukluğumdan itibaren, yelpazesi geniş bir oyuncu olmak istedim. O yüzden de hep yelpazesi geniş işler seçmeye çalıştım. Bunu şimdiye kadar yapabildim, devam ettirebildim, bundan sonrası için de bu tarz işlere yöneliyorum. Bu da onlardan biriydi. O yüzden bu işin içindeyim ama bundan sonrası için de hep beni zorlayacak, içinde olduğumda gerçekten değecek ya da insanlara küçük de olsa bir ufuk açabilecek, insanların aklında yeni bir şey yaratabilecek bir şeyin içinde olmak istiyorum ve bunun için de çaba sarf ediyorum. Umarım bundan sonrası da şimdiki gibi devam eder.

“HER GÜN ŞÜKREDİYORUM”

Engin Altan Düzyatan’ın 15 yaşındaki fotoğrafı.

• Size, son zamanlarda ‘Dünya Varmış’ dedirten bir şey oldu mu?

Sarp Bozkurt: Filmin vizyona yetişeceği haberi… Çünkü bu filmin teknik aşamalarına çok dâhil olma fırsatım oldu. Neredeyse her gün teknik işlere koşturduk. Bir yere bir müziği koyup bir akıtalım bakalım ne olacak diye bakınca, bazı büyülü anlarda büyülü sahnelere denk gelebiliyorsunuz. O anlarda kesinlikle “Oh be! Dünya varmış” dedim ama filmin korkutan tarafları teknik kısımlarıydı.

Engin Altan Düzyatan: Ben “Her gün dünya varmış” diyorum. “Nefes aldığım için dünya varmış” diyorum, “Hayatta olduğum için dünya varmış” diyorum, “Sevdiklerimin yanında olabildiğim için dünya varmış” diyorum. Ben hayatın olumlu yönünden bakmayı tercih eden ve bu yönden bakmayı seven bir insanım. O yüzden de her gün yaşadığıma şükrediyorum ve her gün sevdiklerimin yanımda olduğuna şükrediyorum. Bir şekilde her gün “Dünya varmış” diyorum ama bu filmle birlikte daha da “Dünya varmış” diyeceğiz.

“HER ŞEYDEN KORKARIM”

Ece Sükan

• Dolandırılma hikâyeniz var mı?

Engin Altan Düzyatan: Var tabii… Ben çok kolay dolandırılıyorum. Bir gün eşim yanımdayken “Aydın Belediyesi’nden arıyoruz” diye bir telefon geldi. Gayet ciddi bir adam; “Ben, Aydın Belediyesi sekreteri, Engin bey, sizi biliyoruz, çok hassas bir insansınız. Otuz sekiz tane tekerlekli sandalye aldık, son iki tanesi kaldı. Belediye başkanımız onları da sizden rica ediyor” dedi ve beni belediye başkanı diye bir adama bağladı. Biz adamla sohbet ettik. “Arkadaşlar sizinle görüşmüşler. Çok teşekkür ederiz, çok değerli bir sanatçısınız, var olun, iyi ki varsınız” dedi. Ben de “Ne demek efendim, 3 – 4 tane alayım” dedim ve telefonu kapattık. Ben parayı hemen yatırıyordum. Neslişah, “Böyle bir şey olamaz. Kesinlikle gerçek bir şey değil” dedi. Ben de “Olur mu öyle şey, belediye başkanıyla konuştum” dedim ve parayı yatırdım. Ondan sonra ortada ne arayan belediye başkanı ne de sekreteri vardı. Yatırdım parayı ve gitti. Çok kolay dolandırılırım. İnternetten bir gün kask aldım. Bildiğin, kullanılmış kask geldi. Kırık falan… Bu nasıl bir uğraş? Adam eski bir kask yollamış. Neslişah, bana; “Ne olur internetten alışveriş yapma” dedi. Eşim de geçenlerde neredeyse dolandırılıyordu. Bayağı da son noktaya kadar gelmişler. “Hesap numaranıza yanlışlıkla bir para geldi, onu geri yollamanız lâzım” demişler. O da “Hemen yollayayım, ben çok korkarım öyle şeylerden” demiş. O arada kendi bankacımızla konuşuyor. O da “Evet, olabilir” diyor, ortalık bir anda karışıyor. Son anda küçük bir meblağ çekiyorlar ama sonrasını çekemiyorlar. Bu aralar böyle şeyler çok oluyor galiba.

Sarp Bozkurt: Ben çok korkak bir adam olduğum için başıma böyle bir şey gelmedi. Ben her şeyden korkarım. Mesela, otomobil kullanırken hızdan da korkarım. Böyle şeylerden de korkarım. O yüzden böyle şeylere bulaşmam. Başıma böyle ufak bir şey gelmişti ama sonucun oraya varacağını bir noktada anlamıştım. Adınıza bir dava var gibi bir şeydi. Bir tane, avukat olmadığını sonradan öğrendiğimiz biri aradı. Kötü de bir dava uydurmuşlardı. Ben tabii ki bir noktada dünya üstündeki bütün savcılıkları arayıp, “Böyle bir şey var mı?” diye sorgulayıp sonrasında emin oldum.

“HAYAT BÜTÜN DÜNYADA PAHALILAŞTI”

• Sinema konusunda deneyimlisin… Pandemiden sonra izleyici alışkanlıkları değişti. İzleyici sayısı, toparlanmaya başlasa da arzulanan düzeyde değil. Sektörce neler yapılması gerektiğini düşünüyorsun?

Engin Altan Düzyatan: Bir kere maliyetler çok yükseldi. Maliyetlerin yükselmesiyle birlikte çok daha çeşitli işler yapılamıyor ve doğal olarak yapımcılar da karşılığını alıp alamayacaklarını bilmedikleri için ya daha küçük bütçeli işlere ya da garanti gözüyle bakılan işlere yöneliyorlar. Diğer taraftan baktığınızda elbette pandemi de insanların ayaklarını sinemadan biraz uzaklaştırdı ama ben sinemanın biteceğini hiçbir zaman düşünmüyorum. Sinema büyülü bir dünyadır. O dünyaya girmek, bir filmi izlemek için oraya gitmek, yanınıza kız arkadaşınızı, eşinizi çocuklarınız alıp onlarla birlikte hoş vakit geçirmek her zaman devam edecek. Evet, bazen rakamlar azalır ama sonra tekrar yükselir. Eee tabii burada dijital platformların da etkisi yüksek. Sinema bileti fiyatları çok da düşük değil. Eskiden bir öğrenci rahat rahat sinemaya gidebilirken, şu anda bir öğrencinin sinemaya gitmesi daha pahalıya mal oluyor. Diyelim ki bir arkadaşıyla gitti, kız arkadaşına bir şeyler aldı, yemek yediler… Yemek parası zaten tadını kaçırdı. Bir de üstüne filme gitti. Bir de arada gazoz içti, bir şey yedi, dönüşte de arkadaşını taksiyle bıraktı… Derken iş başka bir yere gidiyor. Eskiden bunlar çok daha yapılabilir şeylerdi. Şimdi dünya ekonomisinin de durumu ortada. Bu pahalılık sadece bize ait bir şey değil. Dünyada da böyle. Dünya da pahalılaştı. Dolar da enflasyon yaşıyor artık. Bütün dünya aynı krizi yaşıyor. Doğal olarak insanlar dijital platformların da çıkmasıyla birlikte biliyorlar ki sinemada olan film beş ay sonra dijital platformda yayınlanacak. “Ben zaten dijital platforma para veriyorum, o zaman bunun dijital platforma gelmesini bekleyeyim” diyorlar. Bu bazı filmler için doğru olabilir. Bazı filmler gerçekten sinemada da izlesen evde de izlesen çok da bir şey değiştirmeyebilir ama bazı filmler vardır ki gerçekten sinema filmidir. O filmleri beyazperdede izlemen gerekir. Bizim yaptığımız öyle bir film. Bu filmi beyaz perdede izlersen gerçek hazzını alabilirsin. Evde bir televizyon bir stereo sesle izlediğin filmden aynı duyguyu almazsın. Ben sinema ritüelini çok seven bir adamım ama düşünün ki pandemi benim bile ayağımın alışkanlığını değiştirdi. Benim evde perdem var ve evde seyrediyorum. Bir film olduğu zaman yine evdeki perdemden seyrediyorum. Bu benim bir alışkanlığım. Perde duygusunu gerçekten seviyorum. O bende başka bir dünyaya gitmiş gibi bir hikâye yaratıyor. Evet, şu anda sistem değişiyor ama sinema izleyicileri her zaman vardır. Sinema izleyicileri her zaman doğru işi seçer, doğru işi bilir ve gitmesi gereken işe gider.

“NE YAZIK Kİ AYNI FİLMLER YAPILMAYA BAŞLANDI”

• Yeter ki doğru bir iş olsun, değil mi?

Engin Altan Düzyatan: Evet, doğru bir iş yaptığınız zaman, sinema izleyicileri yok gibi görünürken bir anda bir buçuk milyon gişe görürsünüz. Sinema izleyicileri dünyanın her yerinde eğitimlidir. Okul eğitiminden bahsetmiyorum, sinema konusundaki eğitimden bahsediyorum. Sinemaya gitmek bir kültürdür ve Türkiye’de bu kültüre hakim olan birçok insan var. Doğru filmi önlerine koyduğunuz zaman, o insanlar oradan o yolculuğa çıkıp sinemaya gidiyorlar. Maalesef son zamanlarda sinemada fazla aynı filmler yapılmaya başladı. Dışarıdan bakıldığında hiç de farkı olmayan, birbirinin aynı birçok komedi filmi var. İzleyiciler de; “Ben bunu sinemada izlesem ne olur, evde televizyonda seyretsem ne olur?” diyor. Gerçekten de hiçbir şey değişmez. O filmi evde izlesen de olur, sinemada izlesen de olur. Bu durum insanların ayaklarını da kesiyor. İnsanlar sinemaya gidiyorlarsa farklı bir şey seyretmek istiyorlar. Sonuçta aynı parayı verip milyon dolar bütçeli bir filmi izleyebiliyorlar. Neden aynı parayı verip on beş milyon bütçeli bir Türk filmi seyretmek istesinler ki? Üstelik aynı örneğin yüzlercesinin yapılmış olduğu bir Türk filmi. İnsanlara da hak veriyorum. Ben de haftada ya da ayda bir kez sinemaya gideceksem, 300 milyon dolar bütçeli filmi izlemeyi tercih ederim. Bana bir yenilik sunmadığın sürece, yeni bir bakış açısı ya da yeni bir dünya sunmadığın sürece ben de gidip dünyanın yaptığı o büyük filmi izlemeyi tercih ederim.

“ARTIK ÇOK ÇOK BİLİNÇLİLER”

Erkan Can da ‘Dünya Varmış’ da rol aldı.

• Uzun yıllar sonra ilk kez bu yıl yabancı filmlerin izleyici sayısı, Türk filmlerinin izleyici sayısını geçti.

Engin Altan Düzyatan: İzleyicilere ne verirsek alacak zannediyoruz. Öyle değil, onlar artık çok çok bilinçliler.

Sarp Bozkurt: Sinema filmi yapılmıyor. Önceden sinema filmi yapılırdı ve bu dijital platformlara satılırdı. Şimdi aslında dijital platforma film yapılıyor ve “Önceden bir sinemaya çıkaralım” deniliyor. Ama sinema filmi yapmakla dijital platforma film yapmak başka bir şey.

“O ZAMAN SİNEMA FİLMİ OLMUYOR”

• 1980’lerde video dönemi vardı. O dönemle bu dönem aslında birçok açıdan birbirine benziyor. O dönem de insanların ayağı sinemadan kesildi, herkes evine video oynatıcısı aldı. Her sokakta 3 – 4 kaset dükkânı açıldı. Sonra onlar ya çöpe atıldı ya da eskiciye satıldı. 2000’lerin başında sinema tekrar yükseldi. Şimdi o video dönemini yaşıyoruz gibi hissediyorum.

Engin Altan Düzyatan: Evet biraz öyle… Bunun dezavantajı olduğu gibi şöyle bir avantajı da var; gerçekten sinema için yapılan sinema filmleri gerçek değerlerini şu anda görebilirler. Çünkü gerçekten sinemaya bir şey yaptığınızda insanlar bunu anlıyorlar. Bunu sinemada seyretmek lâzım, diyorlar ama işte Sarp’ın söylediği gibi “Aslında dijital platforma satacağız, ön satışını da yaptık ama aradan da bir sinemaya girelim, elli bin yüz bin ne alırsak yanımıza kâr” diye bakarlarsa o zaman o, sinema filmi olmuyor.



Source link

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir