Beklenen Marmara depreminde hayati önem taşıyan konulardan biri de toplanma alanları. En büyük soru işaretlerinden birisi ise afet sonrası toplanma alanlarına ilişkin birçok alanın yapılaşmış olması. Süreci ve yapılması gerekenleri Cumhuriyet’e değerlendiren TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, önemli uyarılarda bulundu.
17 Ağustos depremi sonrası 2002 yılındaki JICA raporu ve 2003 Deprem Master Planı ile İstanbul için afet toplanma alanlarının belirlenmesi zorunluluğunun getirildiğini belirten Giritlioğlu, “Buna karşın alanlar tapuya şerh düşülmedi ve bu nedenle belirlenen birçok alan yapılaştı” dedi.
(Etiler Polis Koleji)
‘KURGU HUKUK’
Etiler’deki Polis Koleji’nin, Mecidiyeköy Likör Fabrikası’nın ve Cevahir Alışveriş Merkezi alanlarının bu duruma başlıca örnekler olduğunu belirten Giritlioğlu, “Odamız bu konuda çeşitli davalar açtı ancak hukuk, süreci meşrulaştırmak üzerine kurgulanmış durumda” ifadelerini kullandı. Bu alanların yeniden kamuya verilmesinin gerektiği sonucunu içeren bilirkişi raporlarının dikkate alınmadığının altını çizen Giritlioğlu, “İlk davalarda olumsuz sonuç alınsa da üst mahkemede kazandık. Ancak o zaman da yapılaşma tamamlanmış ve iş içten geçmişti” dedi.
(Cevahir AVM)
‘MİLLET BAHÇELERİ SUS PAYI’
Afet alanlarının özel sektör ve normalde kamu kuruluşu olan Emlak Konut GYO eliyle yapılaşmaya açıldığını belirten Giritlioğlu, bunun üzerine bir de 15 Temmuz bahane edilerek şehrin yüzde 10’unu oluşturan askeri alanların da yapılaştırıldığını kaydetti. Çekmeköy Kışlası gibi birçok askeri alanın aynı zamanda orman arazisi olduğunu ve TSK’nin bu alanları o döneme kadar çok iyi koruduğunu vurgulayan Pınar Giritlioğlu, “Sus payı olarak da millet bahçeleri yapıldı. Betonlaştırılan alanların yanında bu alanlar hiçbir şey” dedi.
(Pınar Giritlioğlu)
Bu işlemin yalnızca afet toplanma arazilerinin azalması anlamına gelmediğine dikkat çeken Giritlioğlu, şöyle konuştu:
“Ormansızlaştırma demek kuraklık, sıcaklık, iklim krizi demek. Yapılanların sonuçlarını bugün bile yaşıyoruz. Şimdi de İstanbul’a özel yeni bir yasa konuşuluyor. 2002’den beri iktidarda olan ve tüm gücü elinde toplayan iktidar, bu yasayla bugüne kadar yapamadığı neyi yapacak? Bizler biliyoruz ki bu yasa, algılatılmak istenenin aksine yeni ayrıcalıklı imar alanları anlamına gelecek. Göstermelik bazı alanlar yaratılırken daha fazla kamusal alan yok edilecek.
‘KAMUCU POLİTİKA LAZIM’
İstanbul halkının müteahhitler ile baş başa bırakıldığını görüyoruz. Sermayenin çıkarlarını güden rant odaklı bakış açısını bir kenara bırakıp afetleri önceleyen kamucu politikaları lazım. Bu da kapsamlı çalışmaları gerektirir. Önce barınma sorunu çözülmeli. Depremi yalnızca yapı güvenliği açısından ele alamayız. Güvenli evde yaşasanız bile karşınızdaki bina yıkılıyorsa, ayağınızı bastığınız yol yıkılıyor ve afet tali yolu tamamen çöküyorsa can güvenliğiniz tehlikede demektir. Daha fazla afet toplanma alanı lazım.”
1999’da Gölcük depreminin ardından İstanbul’da 2002’de 493 toplanma amaçlı geçici iskân alanı, 562 acil ulaşım caddesi yapıldı veya belirlendi. Ancak 493 adet alanın 400’e yakını çıkarılan imar şartlarıyla birlikte alışveriş merkezi, rezidans ve konut oldu.
‘REZERV ALAN TANIMI NET DEĞİL’
Pınar Giritlioğlu, rezerv alanlar dendiğinde tüm dünyada kentin hassas ve korunması gereken alanlarının anlaşıldığına dikkat çekti. Giritlioğlu, şunları kaydetti:
“Bizde rezerv alan tanımı net değil. Bakanlık keyfi değerlendirebilsin diye bulanık bırakılıyor. 2, 3, 5 parsel bazında rezerv alan amacına hizmet edemez. Rezerv alanlar afet sonrası sığınılacak boş ve altyapısı hazır alanlar olmalı. Biz o alana konut yapıyoruz, satıyoruz ve bir kerede tüketiyoruz. Buraya ancak kentsel dönüşüm sürecinde yurttaşların kalacağı geçici prefabrik konutlar yapılmalı, sonrasında da yeniden boşaltılmalı.”
(Emin Koramaz)
‘YAPI DENETİMİNDE SORUMLULUK TANIMLANMALI’
Doğa olaylarının felakete dönüşmesinde rant kaygısı ve siyasi çıkarlar öne çıkıyor. Yaşananların, piyasa çıkarlarını halkın çıkarların üstünde tutan anlayışın sonucu olduğuna değinen Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, “Yapı denetimi ile ilgili kamusal yapılanmalarda TMMOB ve bağlı odalar, görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanarak temsil edilmelidir” dedi.
“Rant hırsı, akla, bilime ve tekniğe, mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı mesleklerinin gereklerine, insan yaşamına galip geliyor” diyen Koramaz, “Kalıcı önlemler alınacağı sözleri, değişen gündemle unutuluyor” diyerek bu alanda siyasi kararlılık gösterilmediğini söyledi. Depreme hazırlıklı olmanın yer seçiminden başlayarak imar planlarının afet riskine göre hazırlanmasına, içinde yaşadığımız binaların tasarım, inşa, denetim ve bakım süreçlerine, halkın deprem konusunda eğitilmesine, deprem öncesi, deprem esnası ve sonrasında yapılacak çalışmalara kadar geniş bir alanı kapsadığını belirten Koramaz, “Bu halkanın herhangi birindeki zayıflık, diğer önemleri de işe yaramaz hale getirmektedir” dedi. Bu kapsamıyla depreme hazırlıklı olmanın bütünüyle bir devlet politikası olduğuna değinen Koramaz, “Ülkeyi ve toplumu depreme karşı hazırlıklı hale getirmek siyasi iktidardan başlayarak devlet kurumlarının ve yerel yönetimlerin ortak sorumluluğudur” ifadelerini kullandı.
TMMOB başkanı, yapılması gerekenleri şöyle özetledi:
1- Denetimsiz ve kaçak yapılaşmaya derhal son verilmelidir.
2- İmar afları yasaklanmalıdır. “İmar barışı” adı altında ruhsatlandırılan yapılar derhal denetlenmelidir.
3- Ulusal deprem stratejisi ve Türkiye deprem master planı hazırlanmalıdır.
4- Kent planlaması, yapı üretimi ve yapı denetimi konusu bütünlüklü ele alınmalıdır.
5- Yapı denetimi ile ilgili kamusal yapılanmalarda TMMOB ve bağlı odalar, görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanarak temsil edilmelidir. Odalarımızın kamusal görevi olan mesleki denetim yetkilerini sınırlandırmaya yönelik düzenlemeler kaldırılmalıdır.
6- Yapı stokunda gerekli mühendislik incelemeleri yapılarak riskli yapılardaki risklerin giderilmesi çalışmaları ivedilikle başlatılmalıdır. Uygun olmayan zemin ve arazilerdeki yapılar derhal boşaltılmalıdır.
(Nilüfer Şenol)
‘ENKAZDAN KENDİ ÇABAMIZLA ÇIKTIK’
GÖLCÜK DEPREMİ / NİLÜFER ŞENOL: Gölcük merkezli depreme Avcılar’daki beş katlı apartmanın 4. katında yakalandık. Deprem sonrası iki kat tamamen çöktü, bizim blok yan bloka doğru yattı. Çöken katlardaki komşularımız yaşamını yitirdi, biz de enkazdan kendi çabamızda çıktık. Avcılar, yıkımına rağmen Gölcük’ten ötürü önce çok fark edilmedi. Kendi çabamızla çadır bulmaya çalıştık. Parkta yattık bir ay. Annem ve babam başımızda nöbet tutardı. Valilik de kaymakamlık da belediye de barınma konusunda yardımcı olmadı. Helikopterlerin hasar tespiti yapmaya çalıştığını anımsıyorum. Askerler gelmişti, bizimle yemeklerini paylaşıyorlardı. Sonra bir arkadaşımız bize evini açtı. Beş ay da orada kaldık. Bir yıl kira yardımı aldık. Ancak ev kiraları çok yükselmişti. Yine Avcılar’da içimize çok sinmeyen ev tuttuk. O dönem çalıştığım kurum ve akrabalarım eşya konusunda destek oldu.
(Murat Çelik)
‘YIKILAN ŞEHİRDE YAPILAŞMA DEVAM ETTİ’
DÜZCE DEPREMİ / MURAT ÇELİK: 17 Ağustos 1999 depremine Düzce’deki evimizde yakalandık. 1 ay kadar çadırda kaldık. Evimize “orta hasarlı” raporu verildi. “Evinizi güçlendirebilirsiniz ama böyle de yaşayabilirsiniz” dendi. Biz de çadırdaki yaşam koşullarına dayanamayıp eve geçtik. Sonra 12 Kasım 1999’da Düzce’de deprem oldu. 4 katlı evimiz yıkıldı. İlk 2 kat yerin altına geçti. 3 ve 4. katlar tam olarak yıkılmadı, yola doğru eğildi. Komşularımızın yardımıyla pencereden çıktık. Şehir merkezinin yarısı yıkılmıştı. Kendi imkânlarımızla şehir dışındaki akrabalarımızın köyüne gittik. Birkaç gün sonra baraka yaptık ve 6 ay kadar orada yaşadık. Ardından, devletin inşa ettiği prefabrik şehirde 4-5 yıl kaldık. Ekonomik açıdan çok zor durumdaydık. Kıt kanaat geçinebildik. Yardımlar hayatta kalacak kadardı ve kısa bir süre sonra kesildi. Daha sonra kalıcı konutlar yapıldı. Fakat yıkılan şehrin yerinde yapılaşma yine devam etti.
(Meryem Koçak)
‘AĞIR HASARLI BİNADA TEMİZLİK İHTİYACIMIZI GİDERİYORUZ’
KAHRAMANMARAŞ DEPREMİ / MERYEM KOÇAK: Depreme Hatay Antakya’da ailemle beraber 3 katlı bir binanın 2. katındayken yakalandım. Deprem anında babamla birlikte evden çıkamadım. O korkunç 90 saniye sonunda kendimizi dışarı atabildik. Depremden sonra ilk 4 ay komşumuzun bahçesine kurduğumuz çadırlara üç aile sığındık ve gelen yardımlarla gıda, hijyen, kıyafet, su, ısınma ihtiyaçlarımızı gidermeye çalıştık. Daha sonra birçok aile gibi çadırımızı kurduğumuz komşumuz da yeniden toparlanma sürecine girdiği için kendi evimizin önündeki bahçeye, binamızın karşısına geri taşınmak zorunda kaldık. Bizlere “Kira desteği mi yoksa konteyner talebinde mi bulunmak istiyorsunuz” diye sorduklarında hem maddi sebeplerden ötürü hem ilk aylarda bizzat şahit olduğumuz yağmalama ve hırsızlık problemlerinden dolayı hâlâ ağır hasarlı halde olmasına rağmen evimizi terk edemedik.
Ben o süreçte sınav öğrencisiydim ve KPSS’ye hazırlanıyordum. Çok kötü şartlar altında ders çalışabildim. Uzun zamandır bahçede kullanabileceğimiz bir mobil banyo tuvalet bulmaya çalışıyoruz ancak hiçbir yerden olumlu yanıt alamadık. Korka korka aylardır yıkım sırası bekleyen ağır hasarlı binada temizlik ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışıyoruz. Suyu kolay kolay temin edemiyoruz. 6 ay geçmesine rağmen en temel ihtiyaçlara ulaşmakta sıkıntı yaşıyoruz.
BİTTİ